Biri okyanus ötesinden, biri ise hemen yanı başımızdan iki örnek var.
Arjantin halkı, kimilerimize göre “tam bir deli” sayılması gereken Javier Milei’yi devlet başkanı seçti. Milei, Arjantin’in ve Arjantin halkının yaşadığı sorunların sorumlusu olarak devleti görüyor. Elinden gelse devletin kendisini yok edecek ama ilk aşamada devleti ciddi bir şekilde küçültmeye çalışıyor.
Devlet dediğiniz karmaşık bir mekanizma olsa da “devlet görevlileri” gerçek insanlardır. Kendilerini güvencede hissetmek, alacaklarının devlet tarafından garanti edildiğini bilerek huzur içinde yaşamak arzusunda olan insanlar, her türlü olanağı zorlayarak ve her türlü fırsatı değerlendirerek “kamu görevlisi” olmaya çalışırlar. Milei, ilk aşamada bunlardan 15 bininin işine son verdi; “geçiminizi halkın sırtından sağlayamazsınız, kendinize yapacak bir şey bulun” dedi. Bazı bakanlıkları ve çok sayıda devlet kurumunu kapattı. Böylece devletin harcamaları da keskin bir düşüş gösterdi. Aylık enflasyon bir anda yarıya düştü.
Arjantin devleti, bütün yurttaşlarını refah içinde yaşatmaya kalkışmıştı ya; başaramadı ve şimdi onlarla savaşmaya başladı! Caddelerde gösteriler var; polis bu gösterileri basınçlı su ile dağıtmaya çalışıyor. Belki ölümler de olacak…
Bazı sosyal medya paylaşımlarında Milei’ye “taliban Milei” denildiğini gördüm… “Talebe Milei”! Kendisi bir ekonomist ve okulda öğrendiklerini ve öğrettiklerini uygulamaya çalışıyor. Zamanında alınmayan önlemler, Arjantin’i kitaplarda okunan gerçeklerden uzaklaştırmış; şimdi buna dönmeye çalışan Milei ise “taliban-öğrenci” damgasını yemekten kurtulamamış…
Diğer bir örnek Adana-Ceyhan’dan… Uçakla 30 dakika; hemen yanı başımızda… Yeni belediye başkanı, 270 kişiyi işten çıkardı. 22 milyon 800 bin TL’lik belediye bütçesinin 21 milyon 870 bin TL’si maaş ve ücretler için kullanılıyormuş… Geriye kalan 130 bin TL, çalışanların kullanacakları süpürgeleri almaya bile yetmiyor anlayacağınız. Çalışan çok ama iş yapan yok!
Belediye Başkanı Aydar, 140 personelin bankamatikçi olduğunu, pek çoğunun ise gösterilen işleri yapmaktan kaçındığını belirtiyor. Sonuçta 270 kişiyi durdurmuş; şimdi onlar da “yapacak bir şey” arayacaklar.
Aslında Milei’nin de Aydar’ın da daha neler yapacaklarını ve bunların sonuçlarının ne olacağını bekleyip görmek gerekiyor. İnsanlar, hayatta kalmanın kolay yolunu keşfedince o yoldan yürümeyi tercih ediyorlar. Devlet para dağıtıyorsa hemen sıraya girmek gerekiyor ve giriyorlar. Dağıtacak para kalmayınca da “direnmeyi” tercih ediyorlar. Bu gayet anlaşılır bir şeydir ama sonuçta hayatta kalmalarını sağlayacak alternatif yolları elbette deneyeceklerdir.
Yukarıdaki örneklerden hangisi KKTC’ye daha çok benziyor diye araştırmaya gerek var mı bilmiyorum? İkisinin ve bu arada KKTC’nin ortak özellikleri, gelirlerin tümüyle personel harcaması olarak kullanılmasıdır. Bu pastadan pay alan insan sayısı arttıkça ortada pasta yapacak insan kalmamaktadır. Milei, bir konuşmasında, “İçeriye girmemizin tek yolunun her şeyin çürümüş olması olduğunu biliyordum. Son 20 yılının felaket yönetimi olmasaydı, özgürlükçü bir başkanın şansı olmazdı” demiş…
KKTC de çürümesini tamamladı mı acaba? Yoksa biraz daha çürümemiz mi gerekiyor?
Bu soruların yanıtını da yine bizim vermemiz gerekiyor sanırım. Yeterince çürüdüğümüzü düşünüyorsak değişeceğiz. Hem biz değişeceğiz hem de bizi değiştirmesi gerekenlere yol açacağız. İşte o zaman, insanları bağımlı hale getirmeyi değil, özgürleştirmeyi hedefleyen bir düzenimiz olacak! O zaman güvencemiz olmayacak; daha iyi yaşamanın yollarını arama özgürlüğümüz olacak!