Bugünkü koşulları uzun vadeli ve çok yönlü olarak değiştirmeyi düşünüp gündeme almadığımız veya ALAMADIĞIMIZ sürece bir çaresizlikle karşı karşıyayız.
KKTC ekonomisi, kendi kamu yönetimini bile finanse edecek kaynakları üretemiyor. Kamu maliyesi, maaşları ödeyebilmek için her ay 2.5 milyar TL’den fazla kaynak temin etmekte zorlanıyor. Bu ay maaşlara yapılması beklenen artışla bu rakam 3.5 milyar TL’ye yaklaşacak. Bu para bulunabilsin diye yol yapmayı, hastaneleri geliştirmeyi, okullar inşa etmeyi başkalarından beklemek zorunda kalıyoruz. Türkiye tarafından başlatılan yol projelerinin tamamlanması bazı hallerde 10 yıldan fazla sürüyor. Parasını biz vermediğimizden olsa gerek hesabını da soramıyoruz. Eğitim Bakanı, okul yaptırmak için müteahhitlerin kapısını aşındırıyor. Hastaneler ise bekliyor.
Böyle bir ortamda hayat pahalılığının peşine takıldık maaş ve ücretleri artırabilecek kaynak yaratmaya çalışıyoruz. Türkiye’nin para politikası nedeniyle, HP ödeneği alışılageldiği gibi ödenirse, maaş ve ücretler sadece Türk Lirası olarak değil, USD cinsinden de artmış olacak. Kıbrıs Türk Ticaret Odası, yaşadığımız ortamda maaş ve ücretleri Dolar olarak da artırmanın PAHALILIK SARMALINI güçlendireceğine ve KKTC ekonomisinin sonunu getireceğine ilişkin bir açıklama yaptı.
Dedim ya, bugün için “çaresiz” görünüyoruz! Hayat pahalılığının etkilerine muhatap olan maaş ve ücretliler gelirlerinin artmasını beklerken Ticaret Odası’nın bu artışların muhtemel olumsuz etkilerine dikkat çekmesi iş insanlarının “vergi kaçakçısı” diye suçlanmasına neden oldu; kayıt dışı ekonomiye dikkat çekenler de çoğaldı.
Bu ithamların kaynağında, “siz vergi kaçırmazsanız, hükümet bizim maaşlarımızı rahatlıkla öder” yaklaşımı vardır. Onlara göre, iş insanları işlerini kayıt dışı olarak sürdürüyor veya muhasebe oyunlarıyla vermeleri gereken vergileri vermiyor. Onlara göre, ortada bir sorun yoktur ama vergi toplanamadığından Maliye zorlanıp duruyordur!
İş insanları her ortaya çıktığında aynı suçlama ile karşı karşıya kalıyorlar: Vergi kaçırıyorsunuz!
Kamudan aldıkları maaşların düzenli olarak artırılmasını, ekonomi iyi giderse “refah payı”, kötü giderse “hayat pahalılığından koruyacak artış” almayı kendilerine “hak” sayanlar, işletmelerin hiçbir zorlukla karşı karşıya olmadığını, KKTC’de işlerin tam olarak yolunda gittiğini ileri sürmüş oluyorlar aslında. Belki de kendi maaş artışlarını savunmak için başkalarını “vergi kaçakçılığı” ile suçlamaktan başka yol bulamıyorlar!
Çok akıllıca! “Bu memlekette sonsuz büyüklükte para veya kazanç var ama bu kazancı elde edenler vergi vermekten kaçınıyor!” iddiası ile çoğuz zaman çalışmadan aldıkları maaşları, “hak” gibi göstermeye kalkışıyorlar.
Bu ülkenin koşullarında bile çok para kazanmayı becerecek kapasitesi olanların, kazançlarını kuzu kuzu devlete devretmelerini ve bu kaynağın kendilerine “maaş” olarak ödenmesini beklemeleri çok güzel bir plan doğrusu! Çok zekice!
İş insanlarının kendi paralarını kimseye kaptırmamak konusunda da marifetli olabileceklerini de düşünebilmeleri gerekirdi! Kaçırılan verginin veya kayıt dışındaki ekonomik aktivitelerin varlığı bile kamu yönetiminin görevlerini yerine getirememesinden, dolayısı ile dağıtılan maaşların aslında hak edilmemiş olmasından kaynaklanıyor. KKTC’de kamu yönetimi, hizmet üretmediği halde kaynak tüketiyor…
KKTC kamusu, Türkiye’den ithal edilen enflasyonun daha yüksek oranda yaşanmasının başlıca sorumuşudur. Hem kaynakları tüketiyor; hem de iş üretmiyor.
Bu tartışmayı başlatmak, kamu görevlilerinin maaş ve ücretlerini konu yapmaya kalkışmak elbette büyük cesaret işidir. Dönen tekerleğe çomak sokmak gibi bir şeydir.
Tartışma başladığına göre, benim de bir öneri yapma hakkım doğdu sanırım: Bütün zenginliklere el koyarak maaş olarak dağıtalım, diyorum. Zenginlik yaratmak yerine, başkalarının zenginliğine el koyabilme konusunda oldukça becerikli ve tecrübeliyiz. Ganimete alıştık zaten!
Bunu bir kez de böylesini deneyelim.