Cumhurbaşkanı Tatar, Ticaret Odası genel kurulunda yaptığı konuşmada, devletin hayat pahalılığı ödeneği veremeyecek duruma geldiğini, özel sektörün de asgari ücret artışlarını karşılamasının mümkün olmadığını haber verdi. Tatar, kamu maaşları ve asgari ücret artırılırsa bunun fiyat artışlarını körüklemiş olacağının da altını çizdi. İlk aşamada sendikacılar gibi kimi siyasiler de karşı çıktı ve tartışma başladı.
Tatar’ın söyledikleri yaşadığımız gerçeklerdir… Maaş seviyemiz yükselmiştir… Eskiye göre daha yüksek maaş alanlar, Güney Kıbrıs’ta fiyatlar daha makul seviyede olduğu için gelirlerini Güney’de harcamaya başladılar. Devlet zorlanarak da olsa maaş artışı veriyor; maaşı alan da güneyden alış-veriş yapmaya koşuyor.
Özel sektör çalışanlarının çoğu, çalışma izinli olan yabancılardır. Aldıkları ücretin bir kısmını ailelerine göndermekte, bir kısmını biriktirmekte, çok az kısmını da cep harçlığı olarak Kuzey Kıbrıs’ta harcamaktadırlar. Burada bulunmalarının nedeni de zaten budur! Asgari ücret dolar olarak da arttıkça bayram etmektedirler ama çalıştıkları işletmeler de kapanma tehlikesi ile karşı karşıya gelmektedir.
Bu artışlar böyle devam ederse, işletmelerin kapanması hızlanacak, yabancı işçi sayısı bile azalacak; devlet gelirleri düşecek ve kamu maaşları da ödenemez duruma gelecektir.
Maaş ve ücret artışı ile refah yaratmanın mümkün olmadığı, tam tersine bir “ekonomik yıkıma” doğru gitmekte olduğumuz açıkça görülmektedir. Tatar, görüneni ifade etmiştir!
Bu süreç, esas olarak Türkiye’nin para politikasından kaynaklanıyor. Bu politikanın kökleri 2021 yılının sonbaharına kadar uzanıyor. Erdoğan ve arkadaşları seçim kaybetmekten korktukları için enflasyon ile mücadele etmek yerine para ile oynamayı, enflasyonu körüklemek pahasına yoksulluğu artırmayı ve yoksul insanlara yardım ederek oylarını almayı tercih ettiler. Şimdi enflasyon ile mücadele ettiklerini söylüyorlar ama “carry trade” dedikleri işlemle para toplayabilmek için yeni anormallikler yaratmaktan çekinmiyorlar.
Eski yazılarıma baktım ve bunların olacağını 2021 yılı Kasım ve Aralık aylarında yazdığımı gördüm. Türkiye’nin kelli-felli ekonomistleri yazdı ama dinleyen olmadı! KKTC siyasetinin bu sürece etki edebilmek olanağı zaten yoktur. Biz, kendi etki alanımız içindeki önlemlerin neler olabileceğini konuşmalıyız.
Bu gibi durumlarda, verimliliği yüksek olan işletmelerin diğerlerine göre avantajlı olacağını biliyoruz. Topyekûn bir verimlilik artışı, bütün ekonomik aktörlere bir refah artışı olarak yansıyacaktır. İşletmeler güçlenecek, maaş ve ücretlilerin alım gücü artacaktır.
Ne yapıyorsak, çevremizdekilerden daha kaliteli ve daha düşük bir maliyetle yapmalıyız. Bu durumun bir bolluk yaratacağını, bu bolluğun fiyatlara yansıyacağını, bu bolluktan yararlanmak isteyenler olacağını ve işletmelerin gelirlerinin artacağını düşlemek de hayal olmasa gerektir.
Şimdiki durumda bu noktadan çok ama çok uzaktayız. Tam ters yönde ilerlemekte olduğumuz bile söylenebilir; Her şeyimiz pahalı… Çevre ekonomilere göre yabancı iş gücünde bile biz daha pahalıyız. Verimlilik hak getire: Çalışır gibi yapmak ile çalışmayı birbirine karıştırıyoruz. Teknoloji kullanımından nasibimizi alamadık. Buna karşın maaş ve ücretleri de düşüreceksek, dükkancılar mallarını satacak müşteri; işletmeler çalıştıracak işçi bulamayacak demektir.
Bu kısır döngüyü, sadece ve sadece maaş-ücret artışı yapmayarak kıramayız! Siyasiler, dondurdukları maaş ve ücretlere karşılık Türkiye’den gelecek olan hayat pahalılığına karşı insanları nasıl koruyacaklarının hesabını veremeyecek sokaklar da karışacak demektir. Maaş ve ücret artışları kısmen baskı altına alınsa bile devletin ticaret üstündeki tahakkümünü kaldırmayı, dış kaynaklı da olsa bolluk yaratmayı; dıştan getirdiklerimizin yerine verimli olarak üretebileceklerimizi üretmek için kolları sıvamayı; kurulu kapasitemizin oldukça büyük olduğu turizm, yükseköğretim ve konut sektörlerini verimli hale getirecek önlemleri almayı düşünmemiz gerekiyor.
Konuyu sadece maaş ve ücretleri tartışmakla sınırlı tutarsak tartışmanın kendisi de “verimsiz” hale gelmiş olacaktır: “Her şeyin fiyatı artarken emeği ucuzlatamazsınız” denecektir ve bunu diyenler haklı görülecektir.
Bugün yaşadığımız ve Tatar’ın ağzından ifadesini bulan kısır döngüyü kırabilmek için maaş ve ücretleri sabitlemekten çok daha fazlası gerekir. Bize gerekli olan şey, KKTC gerçeklerine uygun YENİ BİR EKONOMİ MODELİ geliştirmek ve kararlılıkla uygulamaktır.