Türkiye’nin çok kötü yönetildiğini biliyoruz. Dünkü yazımda belli başlı unsurlarını vurgulamaya çalıştım. Çeteleşme ve uyuşturucu; sevgisizlik ve şiddet; yolsuzluk ve rüşvet… Kamu kaynaklarını yağmalama, kişilerin mülklerine çökme… Kadına şiddet zaten gelenek! Ne ararsan var!
Bu soygun ve talan düzenini koruyabilmek için modern teknikleri bile kullanıyorlar. En azından “oy kullanma” var diye seçmenlerin gözlerini karartma veya akıllarını çelmek için iletişim tekniklerinden bile yararlanıyorlar… Devlet parası ile ele geçirdikleri medya organlarını bu amaçla kullanıyor; devletin yayın kuruluşlarına borazanlık yaptırıyorlar.
Bütün bunlar oluyor da neden oluyor?
Aslında bundan sonra yanıt aramamız gereken asıl soru budur: Bu sistem neden sadece kötülük üretiyor?
Türk aydınları bu soruya geçerli bir yanıt veremezse, sıradan insanların varacağı sonuçlar çok daha vahim ve tehlikeli olacaktır. Bilimsel ama anlaşılır sonuçlar kamuoyu ile paylaşılmazsa bu kötülükler altında ezilen insanlar, “Türk” ve belki de “Müslüman” denilen toplulukların “zaten kötü” oldukları gibi bir sonuca vararak aidiyet duygularını tümüyle kaybedebilirler. Bir topluluk olarak yaşamanın gerekli ve faydalı olduğu inancı yerine, “her koyun kendi bacağından asılır” düşüncesinin peşine takılarak hayatta kalmak için her şeyin mübah olduğu inancı ile kendileri de birer “kötülük kaynağı” haline gelirler.
Sistem şimdiki durumda bu şekilde çalışıyor sanırım. Kötülük yapmadan hayatta kalmak mümkün değilse, herkes kötü olmaya çalışacaktır. Becerebilen hayatta kalacak; beceremeyen yok olup gidecektir.
Bir sistem iyilik yerine kötülüğü ödüllendiriyorsa uzun süre ayakta kalamaz. Tarihsel veri budur; elbette bir gün yıkılır. Yıkılır ama bu sürede olan da bu “kötü zamanlarda” yaşamak durumunda kalan talihsizlere olur.
Bu talihsizlere acımak yerine kötülükle mücadele etmek, kötülüğün kaynağını kurutmaya çalışmak en iyisi… O talihsizlerden biri olarak huzur bulmanın yolu da bu olsa gerek!