Okullarda çocuklara siyasi rejimler öğretilir: Monarşi, oligarşi veya demokrasi… Ülkeler bunlarla yönetilirmiş…
Monarşi, “tek adam rejimi” demekmiş… Başta bir kral var; o ne derse o olur! İngiltere monarşi ile yönetilir diye de örnek verilir…
Oligarşi, azınlık bir grubun yönetimi demektir… İran örnektir; mollalar rejimidir! Mollalar ne derse o…
Demokrasi, halk yönetimi demektir… Ülkenin halkı, kendi seçtiği temsilciler aracılığı ile kendi kendini yönetirmiş… Temsili demokrasi de denilir… Ders kitaplarında gösterilen örnek Türkiye’dir…
Bu örneklerden yola çıkarsak, insanlarının çoğunun neden İngiltere gibi bir monarşide yaşamak için çırpınıp durduğunu açıklayamayız ama olsun… İngiltere monarşi, Türkiye demokrasi!
Türkiye’de devam etmekte olan yerel seçim süreci, aslında kitapların tamamen yanlış ve yalan olduğunu gösteriyor. Devleti ele geçirmiş bir parti ve onun lideri olarak AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan, devlet kaynakları ile satın alınmış basın-yayın organlarının da desteğini alarak baskıcı bir seçim kampanyası sürdürüyorlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan, kürsülerden rakip adaylara ve ana muhalefet partisi CHP liderine hakaretler yağdırır ve aşağılayıcı benzetmeler yaparken devlet kaynaklarını tepe tepe kullanıyor.
Devletin vali ve kaymakam gibi resmi üst kademe görevlileri, AK Partili adaylarla birlikte kampanya yürütüyorlar… Özellikle Güney Doğu illerinde terör de bahane edilerek seçmenler baskı altına alınıyor.
Buna benzer olaylar sadece seçim vesilesi ile değil, aslında her zaman yaşanıyor. İl ve ilçelere atanan hakim ve savcı gibi yargı görevlilerinin AK Parti örgüt başkanlarına yaptıkları ziyaretleri hiç kimse yadırgamıyor… AK Partili adaylar, kampanyalarını valilerle birlikte yürüttüklerini açıkça ilan edip rahatlıklarını dile getirebiliyorlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “bize oy vermezseniz size hizmet yok” diye konuşuyor.
Kampanya süreci içinde yapılan sokak söyleşilerinde AK Parti’ye oy vermeyeceğini söyleyen yurttaşlar, “Cumhurbaşkanı’na hakaretten” tutuklanıyor. Sosyal medya kullanıcıları kınasa bile, bunun bir “sokak terörü” olduğundan ve bu şekilde konuşabilecek milyonlarca insanı caydırdığından, böylece sokaktaki havayı AK Partili adaylar lehine değiştirmek çabası olduğundan kuşku duymamak gerekiyor. Polisin kampanyadaki görevi bu!
CHP’nin aldığı bir binanın ödemesi ile ilgili paralar medyaya servis edilerek kara para aklama tartışması başlatılıyor. Bu da istihbaratçıların marifeti olmalı!
Devlet ile AK Parti el ele, bizi Türkiye yüzyılına taşımak için iş birliği yapıyor.
Bütün bunların ne demek olduğunu anlatan binlerce sayfalık kitaplar var… Siyasal bilgilerde, iletişim bilimlerinde bunları anlatan veya okuyup duran on binlerce hoca ve öğrenci var. Bu hocalar aynı zamanda, seçmen davranışlarına ilişkin bilgi de veriyorlar. Seçmenlerin, oy verme davranışlarını öncelikle güvenlik kaygısı ile şekillendirdiklerini biliyorlar ve anlatıyorlar. Anlaşılan odur ki AK Parti’nin “iletişim uzmanları” veya “Erdoğan’ın iletişim danışmanları” da bu teorileri çok iyi biliyorlar. Biliyorlar ve uyguluyorlar… Geçim derdine düşmüş seçmenlerin, büyük bir kesimi yoksullaştırılmış ve bir lokma ekmeğe muhtaç edilmiş Türkiye halkının bıçağa yumruk vurmaya cesaret edemeyeceğini düşünüyor; tarihteki örneklerini de dikkate alarak doğrudan veya dolaylı olarak uygulayacakların baskının “en iyi oy toplama yöntemi” olduğunu varsayıyor olmalıdırlar.
Türkiye’de bunlar yaşanırken, ders kitapları da Türkiye’nin bir “demokrasi”; İngiltere’nin ise “monarşi” olduğunu anlatmaya devam ediyorlar…
Ne monarsisi ne oligarşisi ne demokrasisi Hasanım, güç ve para yonetti her zaman ve yönetiyor..ve yönetecek..
Ha geride kalan ” sanssızları” teselli edecek mekanizma ve enstrümanlar demokrasilerde gözetilmeye çalışılır ama başarılı olunmayabilir de..