Türkiye’deki siyasal rejimi tanımlamak kolay değildir. Geleceğin siyasal bilimcileri ne diyecek merak ederim ama korkarım ki göremeyeceğim, bilemeyeceğim!
Şimdiye kadar gördüğümüz diktatörlükler ile pek çok benzer yanı bulunuyor ama tam anlamı ile bir diktatörlük dememizi engelleyen birçok özelliği de vardır. Demokrasi demek ise, hiçbir şekilde mümkün değildir. Ne seçimlerine güvenebilirsiniz ne seçim sonuçlarına… Ne sivil toplumunda iş vardır ne de basın gerçek anlamda dördüncü kuvvettir. Yargı tam anlamı ile Cumhurbaşkanı’nın kontrolünde çalışıyor. Güçler ayrımının olmadığı yerde demokrasi olmaz zaten; demokrasiden daha çok diktatörlüğe yakındır.
Sadece son günlerde yaşananlar bile Türkiye’nin demokratik bir rejime sahip olmadığını ama olması gerektiğini yeterince kanıtlıyor. Yerel seçimlerin üzerinden çok kısa bir süre geçtiği halde Hakkari Belediye Başkanı, İçişleri Bakanı tarafından görevden alınmış ve yerine kayyum atanmıştır. Bölgedeki diğer belediyelere daha önce atanan kayyumların belediyeleri borç batağına ittiği ortaya çıkmışken, Türkiye “normalleşme” peşine düşmüşken ve Erdoğan ikide bir “sivil anayasa” yapmaktan söz ederken atılan bu adım, aslında bütün yumuşama, sivilleşme veya demokrasi söylemlerinin bir yalandan ibaret olduğunu göstermektedir.
Anayasa Mahkemesi, geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı’nın rektör atama ve Merkez Bankası başkanını değiştirme yetkilerini iptal etmiş… Göreceksiniz ki bu karar uygulanmayacaktır ama Erdoğan “sivil” anayasadan bahsetmeye devam edecektir.
Kavala ile Demirtaş gibi binlerce insanının haksız ve hukuksuz şekilde hapislerde çürütülmek istenmesinden hiç bahsetmeyeceğim. Bunlar sadece demokrasiye değil, akla hayale gelebilecek her şeye aykırıdır!
Bütün bunlar zaten yazılıp söyleniyor ama Türkiye’de gerçek bir demokrasi mücadelesi veriliyor mu emin değilim… Cumhuriyet Halk Partisi bu konuda daha duyarlı olmak; farklı siyasi gruplar demokrasi asgari müştereğinde buluşmak zorundadır galiba… Demokrasi ve hukukun üstünlüğü sağlanamadığı takdirde ne Kürt sorunu akıllıca ele alınabilecek ne kadın hakları hayata geçebilecektir. Çevre talanı önlenemeyecek; farklı yaşam tarzlarına saygı beklemek boşuna olacaktır.
Demokrasi ve hukukun üstünlüğü yerleşmezse, kalıcı yatırımlar olmayacak; yabancılar sıcak ve her an geri kaçabilecek kaynakla kamu maliyesini soyup soğana çevirecektir. İnanmayın; demokrasi ve hukukun üstünlüğü yerleşmeden enflasyon ve yoksulluk sona ermeyecektir! Enflasyon ile mücadele ettiklerine inanmak için hiçbir neden yoktur ama etseler bile 3 yıl kadar sonra seçimler yaklaşınca, popülist uygulamalarla birlikte Türkiye halkına yeni enflasyon patlamaları yaşatacaklardır.
Gelelim Kıbrıs’a… Türkiye’de demokrasi ve hukukun üstünlüğü yerleşmeden yabancıların karşısına çıkacak temsilcilerimizi; hakkımızda karar verecek yöneticilerimizi seçmek mümkün olmayacağı için ne ticaretimiz kalacak ne de itibarımız… Ne siyaset, siyaset olabilecek; ne de ticaret, ticaret!
Farklı olaylar vesilesi ile defalarca görülmüş ve vurgulanmıştır: İyi veya kötü; Türkiye’de ne varsa burada da o olacaktır.
Bir de bölgemiz var tabii… Suriye’deki sorunlar, Filistin’deki savaş, bölgeden geçen veya geçecek olan boru hatları ile ticaret yolları… Demokrasi ve hukukun üstünlüğü olmadan Türkiye, bu sorunların çözümünde hiçbir olumlu rol oynayamaz. Olsa olsa askeri gücü oranında bir tehdit oluşturarak korku salabilir ve gelişmeleri yavaşlatabilir.
Sorunu bu dar çerçevede ele aldığıma da bakmayın: Türkiye’de demokrasi ve hukukun üstünlüğünün yeniden tesis edilmesi, aslında bölgeyi de aşan bir dünya sorunu haline gelmiştir. Ne yazık ki bu durum, her gün yeniden yaşadığımız ve kimilerine göre “Türkiye’nin gücünü ve önemini” yansıtan bir gerçektir.
Acı; ama gerçek!