Salgının etkisinde kalan Kıbrıs Türk ekonomisi, çok sayıda emekçi için “emek parası” üretemiyor. Emekçiler ekmek parası bulamazken, işletmeler sermayelerini yitirdiler; kapanan açılamıyor, açık olan kapanmamak için sürekli zarar ediyor.
Bu durum, elbette SÜRDÜRÜLEMEZDİR. Zaten, “paylaşım savaşlarının” başladığına da tanık olmaya başladık. Turizm emekçilerinin “açız” diyerek açlık grevi yaptığı günlerde, kamu görevlileri “hayat pahalılığı ödeneğimizden vazgeçmeyiz” diye eylem yapmadılar mı?
SÜRDÜRÜLEBİLİR SALGIN YÖNETİMİ
Tam bir panik havası! Hükümet bu durumu sürdürmeye çalıştıkça, batağa batıyor; bizi de batırıyor. Bize, hem sağlık önlemleri alabileceğimiz, hem ekonomik çarkı döndürebileceğimiz, hem de bir toplum olarak yaşamaya devam edebilecek ölçüde dayanışmacı olan bir bir yönetim gerekir.
Böyle bir yönetim oluşturabilmenin en önemli unsurlarından biri, kaynak oluşturabilmektir. Bugünkü tarzla devam ederken daralan ekonominin ortaya çıkardığı kaynak yetersizliği, Türkiye’den sağlanması planlanan kaynakla giderilemeyecektir. Üstelik özel sektör çalışanlarının, bu kaynaktan, yaşamlarını devam ettirmeye yetecek bir pay alamayacakları da ortaya çıkmıştır.
Sadece çalışanlar değil üstelik… Maliye Bakanı Dursun Oğuz, geçtiğimiz günlerdeki bir demecinde, sür ürünlerine olan talebin düşmesi nedeniyle hayvancılığın can çekiştiğini bizzat kendisi söyledi. Aynı günkü gazetelerde tarlalarda kalmış patatesin de fotografları vardı. Üreticilerin çoğu, talep olmayacak endişesi ile sebze üretimlerini yarı yarıya azaltmış görünüyorlar.
CAN SİMİDİ TURİZM
Sürdürülebilir bir salgın yönetimi için ekonominin çarklarını döndürmenin yollarını bulmak zorundayız.
Geçen hafta başlatılan “kapalı turizm” operasyonu ile 400 kadar turistin gelmesi bile pek çok kişinin yüzünü güldürdü. Bu operasyon, aramamız gerekenin ne olduğunu bir kez daha idrak etmemizi sağlamış olmalıdır.
Otelciler Birliği Başkanı Dimağ Çağıner ile Genç İş Adamları Derneği’nin bugünkü (21 Nisan) açıklamaları neler yapılması gerektiğini anlatıyor. KKTC, gerekli sağlık önlemlerini de içerecek kriterleri belirleyerek turizm sektörünü açmak ZORUNDADIR. Ancak bu sayede, çok sayıda emekçiye “ekmek parası” sağlayabilecek, turizm işletmelerinin yanısıra çok sayıda çiftçi, esnaf ve zanaatkara da “yaşam kaynağı” oluşturabileceğiz. Böylece, 2022 yılında turizm işine devam etmemizin yolu da açık tutulmuş olacaktır.
Bu açılım yapılmazsa olacakları ise, düşünmek bile istemiyorum: Emekçiler sokağa dökülecek, Türkiye’den sağlanacak kaynaktan pay alabilmek için sokak kavgaları başlayacak, yıpranan işletmelerin pek çoğu bir kez daha açılmamak üzere kapanacaktır. Covid-19 veya koronavirüs denilen bela, bizi çok daha kolay kırıp geçirebilecektir.
Turizm sektörünün açılmasıyla birlikte, yurtdışından gelecek olanlara sunulacak mal ve hizmetlerin üretilmesine katkıda bulunanlar yaşama şansı bulacak; devlet payına düşen gelirleri alarak kısmen de olsa rahatlayacaktır. Turistler ve turistlere hizmet edenler sık sık test yaptıracağından virüsün izlenmesi de oldukça kolaylaşmış olacaktır.
İsterseniz buna, Kuzey Kıbrıs’a gelecek olan turistler arasında rastlacak pozitif Covid-19 vakalarını tedavi etmeyi de ekleyebilirsiniz. Özel sağlık kuruluşlarının bu alana girmesini teşvik ederek gelecekte de kurtarıcı olabilecek sağlık turizmi için iyi bir başlangıç yapabiliriz.
KORKUMUZDAN ÖLECEĞİZ!
İhtiyatlı olmak elbette iyidir. Büyük tarihsel mücadelelerin çoğu, ihtiyatlı ama hesaplanmış riskleri almaktan çekinmeyen komutanlar tarafından kazanılmıştır. Zaten korkunun ecele faydası da yoktur: Böyle giderse biz de COVİD KORKUSUNDAN ÖLECEĞİZ. O kadar korkuyoruz ki, saklanmaya çalışarak yaşam kaynaklarımızı da tüketmiş oluyoruz.
Covid-19 ile bilinçli, bilgili ve hesaplanmış riskleri kabullenen bir yönetim oluşturmak ve hatta Covid-19 ile mücadeleyi yaşam kaynaklarımızı destekleyecek şekilde organize etmek zorunluluğu vardır. Bu yönetimin en önemli bileşenlerinden biri turizm gelirlerinin en azından bir kısmını geri kazanmak çabası olmalıdır.