Çalışma Bakanı, kaçak çalışmayı dört ay içinde sıfırlayacaklarını iddia etti. İçişleri Bakanı, “öğrenci kisvesi” altında Kuzey Kıbrıs’a gelişlerin duracağını duyurdu. Bunlar güzel ve istediğimiz şeyler. Bakanlar, bu işleri başarıp puan almaya çalışacaklar.
Bunların başarılması, yabancı işçi akının duracağı anlamına gitmiyor tabii… Bizdeki durumu tam olarak bilmiyorum ama Güney Kıbrıs’ta kayıtlı olarak çalışanların %38’nin yabancı olduğu açıklandı. Her üç çalışandan biri yurtdışından geliyor. Almanya ve Kanada gibi ülkeler ise, yılda ne kadar ve hangi vasıflarda iş gücü kabul edeceklerini hesaplayıp ona göre hareket ediyorlar. Nitelikli iş gücünün Türkiye’yi terk ettiğine ilişkin pek çok haber de ortalıkta dolaşıyor.
Bu arada, KKTC’de yükselen işçi ücretlerinden şikayetler artmaya başladı. Facebook kullanıcısı bir kadın, temizlikçi yevmiyelerinin 1500 TL’ye yükseldiğini belirterek “bu konuda bir şeyler yapılmasını” talep ediyor. Hasta bakıcı yevmiyeleri ise 1000 TL imiş ve hastalara bakma vaadinde bulunanlar kendi cumhuriyetlerine çevirdikleri hastanede eşzamanlı olarak 2-3 hastaya bakarak yevmiyelerini 3000 TL’ye çıkarıyorlarmış… Ulaştırma Bakanı Arıklı’nın abisi Ayhan Arıklı, Türkiye’de aylık 45 bin TL maaşla kalıpçı ustaları arandığı ilanını paylaşıyor; müteahhit ve taşeronlar Türkiye’den işçi getiremediklerini, üçüncü dünya ülkelerinden gelenlerin ise inşaattan anlamadıklarından yakınıyorlar. Hem işçi bulamamaktan hem de ücretlerinin yüksek olduğundan yakınıyoruz.
KKTC zaten garip bir yerdi; bu halimizle daha da garip oluyoruz! Ne istediğimiz belli değildir. Yabancı işçilerin yok pahasına çalışmasını mı bekliyoruz? Aylık 30-40 bin TL’lik gelirlerle geçinilemeyeceği çok açıkken evlere temizliğe giden kadınların günlük 500 TL ile yetinmelerini mi istiyoruz; anlamadım! Yoksa iskele üzerinde ölümü göze alarak çalışanların yatı yerine dönerken sadece yoğurt-ekmekle yetinmelerini; geride bıraktıkları eş ve çocuklarına para gönderemez durumda çalışmaya devam etmeleri mi gerekiyor? Belki de en iyisi “köleciliğe” geri dönmek olacak! Anlaşılan odur ki biz köle değil de efendi olacaksa buna da itiraz etmeyeceğiz!
İsterseniz kendi işimizi kendimizin görmesinden söz edelim… Yabancı işçi kabul etmekten vazgeçerek kendi işimizi kendimiz yapalım.
“Hiçbir iş yapmamak” amacıyla kamuya istihdam yapılmaktan vazgeçilse; kamudaki çalışma saatleri, ücretler ve koşullar özel sektöre yakınlaştırılabilse gerçek meydana çıkacaktır. Belki de o zaman, bugün için gerekli gördüğümüz kamusal işleri bir tartışacak, o işler için eleman ayıramayacağımızı söyleyip duracağız. Böylece kamu yönetimi olması gereken boyuta da inmiş olacaktır.
Zaten kimin çalışıp çalışmadığı veya kimin işe yarayıp yaramadığı görüldükçe nitelikli iş gücünün kıymeti artacak; ücret hiyerarşisi verimlilik esasına göre yeniden şekillenecek; eğitimse nitelikli iş gücü yetiştirmek üzere işlev kazanacaktır. Böylece iş gücü piyasası gerçek haline kavuşacaktır.
Ne dersiniz? Yurtdışından işçi getirmek, hastalarımıza bakmak veya konutlarımızı temiz tutmak bu kadar pahalıya mal oluyorsa kendi işimizi kendi insanımız ile yapalım. Evimizi kendimiz temizleyelim, hastalarımıza kendi insanlarımızı istihdam ederek bakalım.
Devleti “çalışmadan iyi yaşama” aracı, olmaktan çıkaralım; sadece zorunlu görevler için o görevlere uygun insanlar istihdam edelim.
Aynı anda hem ücretlerin yüksekliğinden hem de çalıştıracak insan bulamamaktan şikayet edemeyiz. Bir alanda çalışacak insan sayısı yetişen gençlerin bu alanlarda çalışmalarını teşvik edecek daha iyi ücretler vermek durumundasınız.
İş gücü piyasasının da arz-talep kanununa göre çalıştığını bilmek zorundayız. Buna göre hareket edersek bugün gündemi meşgul eden tartışmaların büyük çoğunluğu kendiliğinden gündemden kalkacaktır. O zaman insanlar, çocuğumu bu işi yapmaya ehil bir insan olarak yetiştirmek için neler yapmalıyım diye düşünecek; bu amaçla çaba harcayacak, aile bütçesinden kaynak ayıracaktır. Emekçi düşmanı olmaya gerek yok; bu işlerden biraz olsun anlayabilmek için az-biraz Marks okumak yeterli olacaktır.