Küçüklüğümün en önemli anısı, annem ile kuyudan su taşırken aniden karşımıza çıkan bir köylümüzden ürken eşeğin beni üstünden atmasıdır. Hesapladığım zaman, bu olayı hatırlayamayacak kadar küçük olmam gerekiyor ama o kadar dinledim ki hafızamda yer etmiş olmalı. Yolların kazılarak su borusu döşendiğini ise net olarak hatırlıyorum. Trimitto deresinin kenarına bir sondaj kuyusu kazılmış ve köye su getirilmişti. Daha önce köyde, sıra kuyulardan gelen köydeki 3-4 mahalle çeşmesinden akan ama bizim çocukluğumuzda yetersiz kalmaya başlamış bir su hattı daha vardı.
1974 sonrasında, Ziver Kutrafalı ile yaptığım söyleşilerde ‘aküf’ nedir öğrendim. Kuzey Kıbrıs’ta başlıca iki aküfer vardır: Güzelyurt ve Beşparmak…
Güzelyurt aküferini sorumsuzca kullandık… Narenciye suladık, Lefkoşa’ya ve Magusa’ya su taşıdık. Tükenmeye yüz tutunca dere sularını yer altına vermenin yollarını aradık. Güzelyurt aküferini desteklemek için Türkiye bize bir ‘derivasyon sistemi’ yaptı. Şimdi Lefke’ye gittiğim zamanlar, bu sistemin bakımsızlık yüzünden verimsiz hale geldiğini ve derelerin hala denize aktığını öğrendim.
Nihayet Türkiye’den boru ise su taşındı. Bu suyun nasıl yönetileceği konusunda yıllarca süren tartışmalar oldu. Türkiyeli uzmanlar, bütün su kaynaklarının tek bir yönetim altında toplanması gerektiğini söyleyip durdular. Atık sular ve yağmur suları da dahil olmak üzere bütün suların idaresi tek bir elde toplanmalıymış. Biz kabul etmedik. Türkiye’den büyük bedelle ve binbir zahmetle gelen suyu “reddeder duruma” düştük. Sonuçta Türkiye geri attı ve suyu bizim belediyelere satmaya karar verdi. Şimdi belediyelerimiz suyu 2.30 TL’den alıp istedikleri fiyattan satıyorlar.
Bir de göletler var tabii… Beşparmakların Güney ve Kuzeyine yapılan göletler ile yağmur sularının toplanması ve yerlatı kaynaklarının beslenmesi öngörülmüştü. Bu göletlerin bakımı bile yapılmıyor. Bakım yapılmadığı zaman yer geçirgenliğini yitiriyor ve göletler istenilen kadar yararlı olamıyor.
Bu arada Su İşleri Dairesi’nin iyice yıprandığını ve iş yapamaz duruma geldiğini de unutmayalım…
ŞİMDİ YAKINMA ZAMANI
İşte bizim su maceramızın ana hatları bunlardır.
Derivasyon projesi, zamanına ve ülkemiz şartlarına göre çok önemli bir projeydi. Hala daha yararlı olabilir. Sahip çıkmadık. Göletlere de sahip çıkmıyoruz. Geçtiköy’e gelen suyun yarısını Güzelyurt’a aktararak bahçeleri sulamayı planlıyoruz ama denizde meydana gelen arıza nedeniyle bırakınız sulamayı içmeye su bulamamak tehlikesi ile karşı karşıya kaldık.
Evet, çoban kuyularından veya derelerden su içmekten, pet şişedeki suyu beğenmez duruma; haftada bir kez yıkanmak için suyu zor bulurken, sıcak yaz günlerinde iki kez duş alır hale geldik. Ama bunu doğal kaynakları ve Türkiye yardımlarını sorumsuzca sömürerek gerçekleştirdik. Su kaynaklarını sadece tükettik; korumak ve geliştirmek için çaba harcamadık. Önerilen yönetim sistemlerini beğenmedik ama kendimiz bütünlüklü bir sistem kurmaya da çalışmadık.
Şimdi artık yakınma zamanı: Suyun vanası mutlaka bizim elimizde olmalı!
Birileri su getirsin, borulara koysun, üstüne bir de vana taksın ve vanayı bizim kontrolümüze versin!
Suyun hayati önemini kavramış göründük ama gereğini yapmadık. Su üstünden bile siyaset yaptık; hala daha yapıyoruz.
İYİ İDARE İHTİYACI
Aslında su sorunu, Kıbrıslı Türklerin “tam sorumsuzluğunun” güzel bir örneğidir. Biz sorumlu değiliz!
Kendimize karşı sorumlu değiliz! Çocuklarımıza karşı sorumluluk taşımıyoruz. Doğal kaynakları hoyratça ve sorumsuzca kullanmakta üstümüze yoktur.
Aslında bizim herşeyden önce ‘iyi idareye’ ihtiyacımız vardır. Sorumsuzlardan ve sorumzuklardan hesap soracak bir idareye.