Olaylar geride kaldığı zaman değerlendirmeler daha gerçekçi olabiliyor… Geçen hafta Meclis Başkanı seçimleri nedeniyle yaşananları değerlendirmek, bu haftaya girerken biraz daha kolaylaşmış görünüyor.
Benim vardığım sonuç, hukuk sistemimizin tamamıyla uydurma olduğu ve “altının üstünü tutmadığı” şeklindedir. Yasa koyucu, zaman içinde yaptığı değişikliklerle her şeyi berbat ediyor. Bunu, seçim sistemi başta olmak üzere daha başka konularda da görmekteyiz. Kendilerine göre “ayarlama” yapmaya çalışırken esasları bozuyorlar.
Son yıllarda, farklı çıkarlara sahip iki kişinin, bir yasa maddesini aynı şekilde yorumladığını gördünüz mü? Görmediniz ve göremeyeceksiniz! Esasları bozulmuş hukuk sistemi, herkesin keyfine ve amaçlarına göre yorumlanabilir hale geliyor. Bizim hukuk dediğimiz guguk kuşuna benzetilmiştir; herkes ne isterse onu anlayabilir!
İşin bir tarafı bu! İkinci ve daha önemli tarafı ise yaşananların zaten hukukla ilişkili olmamasıdır.
Meclis başkanlığı seçimi ile ilgili anayasa ve yasa hükümlerini nasıl yorumladığımız bir yana, bizi daha fazla etkileyen, bu işin aktörlerinin davranışları veya bu davranışlara temel oluşturan ahlaki duruşlarıdır.
UBP Kurultayı süresince Ünal Üstel’in yanında duran Faiz Sucuoğlu’na Meclis Başkanlığı seçiminde destekleneceği sözü verilmiş… Kim vermiş? Bu sözü verenlerin buna yetkisi veya gücü var mıymış?
Anladığım kadarıyla Ünal Üstel’in ötesinde güce sahip olduğunu sananlar da bu söz verme olayına karışmıştır ama Faiz Sucuoğlu, UBP Meclis Grubu’ndaki oylamada sadece 10 oy alabilmiş ve 13 oy alan Zorlu Töre’ye yenilmiştir. Zaten Başbakan Üstel de oy kullanmamış ve tarafsız kalmayı tercih etmiştir. Bu durumda Sucuoğlu’na düşen şey, Meclis’i terk etmek yerine Töre’ye oy vermek değil miydi? Ben olsaydım verirdim!
UBP Meclis Grubunda 23 milletvekili oy kullandı, bir Üstel 24 eder… Koalisyon ortaklarının ise bunlara ek olarak beş milletvekili var… 24 artı beş; eşittir 29! UBP’li milletvekilleri grup kararına sadık kalsalar ve yanlarına diğer beş milletvekilini de alsalar Töre daha birinci oylamada çoğunluğu sağlayacak ve Meclis Başkanı seçilmiş olacaktı. Bunu engelleyenlerin UBP içinde olduğu kesindir. Yeterli oy çıkmayınca birbirlerini itham ettiklerini biliyoruz; gözlemledik. Meclis grubunun seçtiği adaya verirmiş gibi yapmak ama oy vermemek nasıl bir siyasal duruştur?
Belli bir aşamadan sonra UBP, Töre’yi geri çekerek Kutlu Evren’i ileri sürdü. Evren’i aday gösterirken kendi aralarında birtakım konuşmalar veya temaslar yapmış olmalıdırlar; mutlaka yapmışlardır. Evren’in ilk oylamada muhalefetin 21 olması gereken oylarını aşarak 26 ret oyu almasını hangi tüzük veya yasa izah edebilir? Belli ki UBP’de karışıklık yaratmak isteyenler, Töre gibi Evren’e de oy vermemiştir. “Fasariya” çıksın da altında kim kalırsa kalsın!
Evren’in 26 ret oyu almasından sonra işe Cumhurbaşkanı da karıştı. Türkiye Büyükelçisi’nin de hazır bulunarak telefon diplomasisi ile konuyu Türkiye’deki yetkilere aktardığı, aldığı talimatlara göre sözler vererek taahhütlerde bulunduğu buluşmalar yaşandı. Töre hastaneden geri çağrıldı; “gel da seni Meclis Başkanı yapacağız” denildi. Sonuç yine hüsran! Uzayıp giden oylamalarda evetler ret oylarını bir türlü aşamadı. Töre dayanamadı, belki de melekeleri de zayıfladı; ret edildiği açık seçik ortada olmasına karşın kendi kendini “seçilmiş” ilan etti.
Şimdi Başsavcılıktan bunların hukuki yorumunu yapmasını istiyorlar.
Almaz be annem! Hiçbir mahkeme bu davayı almaz! Hukuk, bütün bu davranışları öngörerek yazılmış olamaz! Bunların bırakın altı üstünü tutmayan KKTC hukukunu, çok daha genel ve o anlamda kapsayıcı olan İngiliz hukuku tarafından anlamlandırılması bile mümkün değildir.
Bütün bunların hukuk ile değil, insan davranışlarına temel şeklini veren ahlak ile ilgisi vardır.
Siz belki de “ahlaksızlık” diyeceksiniz. Ben öyle demem! Ben, “BU AHLAK İLE BU İŞ OLMAZ” derim. “BU AHLAĞA SAHİP İNSANLARLA SİYASET DE OLMAZ, DEVLET DE OLUNMAZ”, derim!