Kıbrıs sorunu kapsamlı bir şekilde ele alınırken ana başlıklardan biri daima “mülkiyet” olmuştur. Mülkiyet denilince, kişiler tarafından Kuzey’de ve/veya Güney’de terk edilmiş tapulu arazileri, konutları ve iş yerlerini anlıyoruz. Mal canın yongasıdır, derler. Kıbrıs sorunu nedeniyle canını yitirmiş insanlardan sonra savaşın en büyük mağduru, yerlerini ve mülklerini terk etmek zorunda kalmış insanlardır. Bu insanların haklarının ne olacağı sorusu, müzakere süreçlerinin zorlu konularından biri olagelmiştir.
Annan Planı’nı tartıştığımız dönemde, Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasal düzeninden daha çok mülkiyet sorununu tartıştığımız mutlaka hatırlanacaktır. Bu sorun, Kıbrıslı Rumlar tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne de taşınmış ve nihayet mahkemenin önerisi ile KKTC’de kurulan Taşınmaz Mal Komisyonu ile mülkiyet sorunu da farklı bir hal almıştır.
Taşınmaz Mal Komisyonu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Xenides-Arestis davasında vermiş olduğu hüküm uyarınca, 67/2005 sayılı yasa ile kurulmuştur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 1 Mart 2010 tarihli başka bir kararında da bunun “etkin bir hukuki çare sunduğunu” saptamıştır ve geçerliliğini güçlendirmiştir.
Şimdilerde inşaat sektörünün sorunlarını tartışırken, açık olmasa bile örtük bir şekilde gündemde olan soru işaretlerinden biri de mülkiyet sorunu ile ilgilidir. Konu ile ilgili sosyal medya paylaşımlarını takip edenler bileceklerdir: KKTC’de bu kadar inşaat yapılmasına karşı çıkanların bir kısmı, yaratılacak olan çevre sorunları kadar, Rumlardan kalan arazilerin inkişaf edilmesine ve yabancıların buralardan konut almasına da karşıdırlar. Kimin malını, kime satıyorsunuz? Bu görüş, genellikle bu soruyla gündeme getirilmektedir.
Az veya çok ekonomi bilen herkes, mülkiyet sorunu yaşanan ülkelerde ekonomik gelişme olamayacağını da bilmektedir. Kuzey Kıbrıs’ta tapulu arazilerin %80 kadarının Kıbrıslı Rumların terk ettiği mülklerden oluştuğunu düşünürsek, bu mülkler el değiştiremez ve çağın gereklerine uygun şekilde kullanılamazsa ekonomik gelişme olamayacağı kesindir. Bu nedenle, daha 1995 yılında, DP-CTP koalisyon hükümeti, tasarruflarında Rumlardan kalan taşınmaz mal tutanlara “koçan” denilen yeni bir belge verilerek bu mülklerin alım-satıma konu olmalarını sağlamıştır.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasal yapısının değiştirilmesi tartışıldığı zaman Rum tarafı “zorunluluk doktrini” denen bir anlayışa atıfla Kıbrıslı Türklerin olmadığı koşullarda devletin çalışmasını sağladığını iddia etmektedir. “Zorunluluk” diye bir halde söz edilecekse, tam da “Kıbrıs sorununun çözümsüzlük halinden” ve bunun yansıması olarak mülkiyet sorunundan söz etmek gerekir aslında. Bu sorun çözümsüz kalacaksa, bütün ekonomik faaliyetler aksayacak; yatırım olmayacak, turizm yapılamayacak, fabrika bile kurulamayacak demektir. Topraklarınızın %80’i bu durumdaysa siz “yandınız” demektir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bu soruna çare bulmak için yeni bir yol açarak Kıbrıs sorununun varlığı koşullarında da olsa Kıbrıs Türk ekonomisinin gelişmesini kolaylaştırmıştır. Zaten bu karar, 2004 referandumundan sonra uluslararası alanda elde edebildiğimiz tek avantajdır. Bu karar bize avantaj sağlarken Kıbrıslı Rumların terk ettikleri mallar üzerinde iddia ettikleri mülkiyet hakkını da korumuştur. Onlara, tazminat, takas veya iade seçeneklerini sunarak, uluslararası sorunlarda mülkiyet sorununun nasıl çözümlenebileceğine dair yeni bir ufuk açmıştır.
Kıbrıs’taki mülkiyet sorunlarına kişisel çerçeveden bakarak yaşanan haksızlıklara veya mağduriyetlere dikkat çekmek başka; sorunun neredeyse 60 yıldır devam ederken ekonomik gelişme için zorunluluk oluşturan “yasal mülkiyet altyapısının” ne olabileceğini konuşmak başka şeydir. Üstelik aynı anda ikisini birden yapmak da mümkündür.
Sorunu bu çerçevede algılayabilirsek, bugünkü tartışmaların “kimin malını kime satıyoruz” sorusu ile hiçbir ilişkisi olamayacağını da kolaylıkla algılayabiliriz sanırım.
Kimsenin malını, kimseye satmıyoruz! Adadaki varlığımızı devam ettirebilmek için küresel gelişmelerin bize sunduğu fırsatları değerlendirmeye çalışıyoruz.
Keşke biraz daha doğru dürüst değerlendirebilsek.