Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası eski baş ekonomistlerinden biri olan Hakan Kara, “Döviz kuru ve enflasyonu raydan çıkarıp sonra ‘vatandaşı enflasyona ezdirmeyeceğiz’ demenin hiçbir anlamı yok” paylaşımında bulunarak, bunun “Kamyonla vatandaşın üzerinden geçip sonra tedavi masrafını biz karşılarız demeye benzediğini” söylemiş… Eleştirinin hedefinde Türkiye hükümeti var tabii…
Anası gibi danası… Benzer bir durum bizde de var…
Borçlanarak maaş ödeyen KKTC Maliye Bakanı Dursun Oğuz, 2021 açıklarını nasıl kapatacağını hesap etmeden 2022 için 2.5 milyar TL’lik bütçe açığı öneren kendisi değilmiş gibi “Kamu borç yükünün kontrol altında tutulması ve azaltılması birinci öncelik olması gerekir” diyebiliyor.
Sanki de söylediklerini, bir başkası, “ilahi bir güç” veya tanrının yapması gerekirmiş gibi…
ÇIKIŞ YOLU YOK MU?
Muhalefet de garip…
Türkiye’deki muhalefet, Türk Lirası’nı “bilinçli eritmenin” hesabını sormaktan ve çıkış yolu önermekten ısrarla kaçınıyor. Sonuçta, dış politika değişiklikleri ve Uluslararası Para Fonu (IMF) ile anlaşma imzalamayı önermek zorunda kalmaktan korkuyorlar sanırım. Bunları önerirlerse “emperyalistlerin ekmeğine yağ sürüyorlar” suçlaması ile karşılaşarak oy kaybedeceklerini hesap ediyorlarlar galiba…
Bizim muhalefette de benzer bir durum vardır. Kendisi aynı zamanda başarılı bir iş insanı olan CTP millitevekili Fikri Toros, 2022 bütçesini analiz ederken, bütçenin % 77’sinin maaş nitelikli olduğunu belirtmiş ve “Ulaşmamız gereken ilk hedef, kendi kendine yeten bir yapıya, yani mahalli gelirlerimizle cari giderlerimizi karşılayabilir duruma erişmek olmalıdır” demiş… (Kaynak: İşte 2022 Bütçesi: 1 milyar 460 milyon TL ‘AÇIK’ var). Çok güzel demiş ama Fikri Toros da aynen Dursun Oğuz gibi bütçeyi okumamıza yardımcı olmuş; çare önermekten ısrarla kaçınmıştır.
Kıbrıs Türk maliyesinin düzelmesinin yolu da bellidir aslında: Maaş nitelikli harcamalarda sistematik bir azaltmaya gidilmelidir. Bunun yolu, enflasyon karşısında eriyen maaşları korumaktan vazgeçmek, eşel-mobil sistemine son vermek ve “maaşlıları korumaya” devletin gücü neyse o kadar katkıda bulunmaktır. Kendi iş yerlerini veya şirketlerini başarı ile yönetmiş her iş insanı bunu bilir.
İşte muhalefetin durumu da budur: Ne Türkiye’de, ne de KKTC’de gerçekçi öneriler yapılabiliyor… Belli ki onlar siyaseti, bizim ekonomiyi bildiğimizden daha iyi biliyorlar!
SİYASET KİME NE KAZANDIRIYOR?
Ne yazık ki gerek Türk halkı, gerekse KKTC halkı gerçeklerden hoşlanmıyor ve bu gerçekleri ifade eden siyaset erbabını “düşman” sanıyor; gerçekleri göstermeye çalışanları “kendinin kötülüğünü isteyen insanlar” olarak görebiliyor.
Siyasette başarı, oy alabilmek ile ölçülür. Biz hayaller peşinde koştukça, bize hayal satacak olanlar da bulunacaktır elbette… Hayal satarak siyaset sahnesinde boy gösterebilenlerin başarısını teslim etmek gerekirken, ekonomik sorunlar “cami avlusuna terk edilmiş bebek” gibi sahipsiz kalıyor işte…
Oysa ekonomi, gerçekleri gördüğümüz için batmaz! İnsanların olduğu her yerde ekonomik hayat da olacaktır. Görmekten kaçındığımız gerçeklerin üstüne basarak yükselmek, yeni ve daha sağlam yapılar kurmak da mümkündür.
Ama ne yapabiliriz ki? Siz kendi yapınızın çökmesinden korkarak “bir gün daha fazla olsa bile sefasını sürmek” peşinde iseniz “kolay gelsin” demek gerekiyor. Söz bitti, yazı zaten okunmuyor… Bize düşen beklemektir… Ekonomik gerçeklerin siyaseti yeniden düzenlemesini beklemekten başka yapacak şey kalmamıştır.