Herkes şikayetçi; arazilerimiz el değiştiriyormuş.
Yahudiler adamızın İsrail’e bakan sahillerini ele geçiriyormuş! Esentepe bölgesini yiyip yutmuşlardı; şimdi sıra İskele sahillerine gelmiş!
Bırakın Yahudi karşıtı İslamcıları, solcular bile bu işten korkmuş görünüyor. Tarım arazileri elden çıktığı için aç kalma tehlikesi olduğundan söz eden bile var.
Yabancılara satılan tapulu arazilerin oranının %1’i bulmadığı da söyleniyor ama… Bu işle uğraşanlara göre bu oran, ancak binlerle ifade edilebilir. En kuvvetli olasılık binde 3 dolaylarında olmasıdır.
KKTC’den konut veya arazi alan yabancılar içindeyse Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları açık ara birinci sıradadır. Esentepe bölgesinde İngiliz ve Almanlar; İskele bölgesinde Rusya vatandaşlarının önde olduğuna dair gözlemler vardır. Bu insanların Yahudi kökenli olup olmadıklarını ise kimse bilemez. Bunun için “özel istihbarat” yapmak gerekir ki yasalara uygun mülk edinebilmek için böyle bir araştırma zaten yapılmaktadır.
Türkiye Dışişleri Bakanı Fidan’ın da eski Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı olarak dün yaptığı bir açıklama vardır: “2000 yılından bu yana İsrail vatandaşları tarafından yapılmış toplam 200 küsur emlak alım başvurusuyla tüm ülkeler arasında İsrail vatandaşları 12. sırada. Sadece son beş yılda KKTC’de emlak alım başvurusu toplamda 15 bin yani İsrail değil başka ülkelerden. 2000’den bu yana İngiltere birinci sıradaymış, son beş yılda da İran birinci sıraya geçmiş. KKTC’de üçüncü ülke vatandaşlarına taşınmaz mal satışları biliyorsunuz Bakanlar Kurulu onayına bağlı olarak yapılabiliyor veya kiralanabiliyor. Biz Kıbrıs’ı bağımsız bir devlet olarak ve egemen bir devlet olarak tanıdığımız için Kıbrıs yetkilileri nezdinde bu endişelerimizi gündeme getiriyoruz.”
Bu açıklama, endişeleri giderecek mi, yoksa körükleyecek mi bilmiyorum ama Fidan’ın açıklamasının da son günlerdeki konuşmaların “kafadan atma konuşmalar” olduğunu kanıtlamış olması gerektiğini düşünüyorum.
İşin elbette ekonomik boyutu da vardır: Kıbrıs adasının küresel iş bölümü içindeki doğal rolü, ticaret ve turizm faaliyetlerine ev sahipliği yapmaktır. Bu, Roma döneminde de böyleydi; Osmanlı döneminde de… İngilizler adayı, Süveyş kanalını kontrol eden “bir askeri üs” olarak düşünmüş olabilirler. Buna karşın bu askeri üssün yine ticaret yolları ile ilgili olduğunu da unutmamak gerekir. Son 40-50 yılda zenginleşen ülkelerin yaşlanan kuşakları, ömürlerinin bir kısmını sıcak Akdeniz adalarında geçirmek için Güney’e akıyorlar. Sadece Kuzey Kıbrıs değil, Güney Kıbrıs ile birlikte İspanya, Türkiye, İtalya ve Yunanistan da bu akıştan pay almak için yarışıyorlar. Bizim payımıza da bunlar düşüyor.
Bu akış, ülkemizdeki konut ve arazi fiyatlarına tavan yaptırmış görünüyor. Diyalog gazetesi 20 Kasım günkü sayısında, İskele bölgesinde iki yatak odalı bir dairenin fiyatının 200 bin sterlinin üzerine çıktığını haber veriyordu. İki yatak odalı bir daireye düşen arazi payının ne kadar olduğunu bilmiyorum ama 20-30 metre kareden fazla olmaması gerekiyor. Bu miktarda arazi üzerine inşaat malzemeleri yığılıyor; kapı-pencere ilave ediliyor; emek harcanıyor ve 200 bin STG’ye satılıyor.
Hiç de kötü bir iş değil galiba! Zeytin veya harup toplayıp satmaktan daha iyi görünüyor!
Kıbrıs Türk İnşaat Müteahhitleri Birliği’nin web sitesinde yabancıların mülk edinme koşulları uzun uzun anlatıldı. (https://ktimb.org/yabancilarin-kktcde-tasinmaz-mal-edinme-kosullari/) Arzu edenler bu koşulların ne olduğunu bu kaynaktan öğrenebilirler. Bu koşullara uygun yapılan satışlarla adanın Yahudiler tarafından işgal edileceğini ileri sürmek için “akıl hastası” olmak gerekiyor ama her taşın altında “Yahudi” ararsanız söyleyecek veya tartışılacak bir şey de kalmıyor zaten…
Bizim için asıl önemli olması gereken şey, bu sektörü çevre sorunları yaratmadan ve katma değerini artırarak sürdürmenin yollarını bulmak olmalıdır. Gerekli alt yapıların çevre felaketine neden olmadan ve öncelikli olarak tamamlanması; bölgesel yoğunlaşmaların ortadan kaldırılması ve tarım arazilerinin tümünün değilse bile önemli miktarının korunabilmesi için ülkenin imar planının bir bütün olarak düzenlenmesi gibi konular üzerinde durmak, bu işleri gecikmeksizin ve kaliteli bir şekilde yapak gerekiyor ki iki odaya 200 bin STG veren alıcılar mutlu olsun; onların mutluluğuna tanıklık edenler iki oda için 300 bin STG ödemeyi göze alabilsin.
Bu durumda yurtdışından gelen bu kaynak ile KKTC’de neler yapmamız gerektiği de başka bir soru veya sorun olacak tabii!
Biz bunları düşünmek yerine akan paradan şikayet ediyoruz!
Malları pahalıya satılıyor diye şikayetçi olan “ilk insanlar” biz olmalıyız.
Belki de tarih, bu farklılığımızı ilginç bir not olarak kaydedecektir!