Bu yılki 15 Kasım kutlamaları, Türk tarafının Kıbrıs’a ilişkin yeni yaklaşımlarının ne olduğunu anlatan bir şekilde yaşandı: Türkiye’ye ve KKTC’ye bağlılık ile Maraş… Ama bunlardan daha önemlisi, “biz yaparız, olur” yaklaşımıdır. Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan bunu, “Diplomasi oyunlarına artık tahammülümüz kalmadı” şeklinde ifade etmekten de çekinmedi.
ZORBALIK HER YERDE
Kıbrıs merkezli binlerce kilometre yarıçapında bir çember çizmeye kalksanız, bütün bu çember içinde geçerli hiçbir hukuk kuralı olmadığını göreceksiniz.
Suriye’de olanlar uluslararası hukuka uygun mu?
Ya tam ters tarafımızda Libya’da yaşananlar…
‘Uluslararası hukuk’ diye canını yiyenler Mısır’da darbecileri aklamadı mı?
İsrail, bu ‘uluslararaı hukuk’ denen şeye ne zaman kıymet verdi zaten?
Son olarak elimizde Dağlık Karabağ örneği var: Uluslararası hukukun 28 yıldır çözemediği sorunu, askeri hareket çözmüş gibi görünüyor…
Elbette bizim öncelikli konumuz Kıbrıs sorunudur: Bütün bu yaşananların temelinde Mart-1964 tarihli Birleşmiş Milletler kararı olduğunu düşünüyorum. Kıbrıs Rum yönetimi bütün Kıbrıs’ın geçerli hükümeti olarak kabul edildiğine göre Kıbrıslı Türklere ne kalıyor? Bu ‘uluslararası hukuk’ denen şeyden bizim payımıza düşen nedir?
YENİ ZAMANIN HUKUĞU
Gerçekten zaman artık ‘reel politika’ zamanı…
Etrafımızda olanbiten de zaten budur: Yaparsan, olur! Yapmazsan veya yapamazsan çok beklersin!
15 Kasım törenlerinde söylenenleri, bu anlayışın hayat bulmaya devam edeceği şeklinde algıladım. Bunun reel politikaya yansıması elbette karşılıksız olmayacaktır. Bu oyunda herkesin bir kapasitesi, avantajlı ve dezavantajlı olduğu konular ve zamanlar vardır. Paylaşım kavgası, orman kanunları çerçevesinde akıp gidecektir. Belki de esas dikkat edilmesi gereken şey, her zaman için güçlü olabilmek, zayıf düşmemek ve kaybedeceğin kavgalara girmemektir.
Türkiye’nin bu konuda çok iyi hesaplar yaptığından emin değilim ve açıkca yazmak gerekirse korkuyorum. Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin altından kalkamayacağı bir kavgaya girmesinden çok korkuyorum. Gerek Türkiye’nin, gerekse Kıbrıslı Türklerin karşılaşabileceği tehlikeler beni korkutuyor.
Ama biraz da Rumların düşünmesi gerekiyor: Bundan sonra yaşananlara itiraz ederek, şikayetçi mi olacaklar; yoksa yaşananlara etki edebilecekler mi? Yaşananlara etki etmenin etkili yollarından biri de uzlaşmadır. Rum tarafı, gidişata etki etmek için uzlaşmak gerektiğini anlayabilecek mi; göreceğiz!
15 Kasım törenlerinde verilen mesajlar, aslında herkesi ama özellikle Kıbrıs Rum tarafını ciddi ciddi düşündürmelidir…
“GÖNÜL MEMLEKETİ”
Aslında bir not daha var…
Erdoğan, 15 Kasım töreninde yaptığı konuşmaya Süleyman Uluçamgil’in dizeleri ile başladı:
“Sevdiğim kız bir mektup yollar
Belki Ankara’dan
Belki Bursa
Belki İzmir’den
Ağrı-Meriç arası buğu buğu
Gönül memleketinden”
Anavatan, atavatan, yavruvatan derken, ne kolay unutmuşuz “gönül vatanı”!
Yeniden hatırlamanın zamanıdır: Hukuk dediğiniz şey; gönüldaşlıktan daha etkili değildir. Bu acımasız paylaşım kavgasında bizi güçlü tutacak şeylerden biri de bu gönüldaşlıktır.