Sonuçta Başbakan Üstel’in açıklamış bulunduğu vergi oranları yürürlüğe girdi ama bu bizi aldatmasın. Vergi dilimleri ile ilgili gelişmeler, KKTC Hükümeti’nin tümüyle Türkiye’den gelen uzmanların denetimi altında olduğunu bir kez daha gösterdi. Her konuda Türkiye’deki bakanlıkların tam denetimi altında olduğumuzun örneklerini günlük haberlerden de izlemek zaten mümkündür.
Belki başka devletler de öyledir. Örneğin Rum tarafının bütün işlerini Avrupa Birliği görevlileri ile uyumlaşarak götürmeye çalışıyor olması da bir gerekliliktir. Bizim için farklı olan, Türkiye ile her alanda iş birliği yapıyor olmak değil bu iş birliğini yapamıyor olmaktır. Bizim yaptığımıza kimse iş birliği demez sanırım. KKTC Hükümeti ve ayrı ayrı bakanlarımız, uhdelerine verilen alanlarda neler yapılmasını düşünmekten bile vazgeçmiş görünüyorlar.
- Sosyal sigortaların mali dengesini konuşanı; emeklilik yaşının ne olması gerektiğini hesaplayanı duyduk mu; duymadık!
- Eğitim Bakanı, tam gün eğitime geçmekten söz ediyor ama bunun için gerekli kaynağı nasıl temine ettiğinden, kaç yeni öğretmen veya kamu görevlisi istihdam edeceğinden bahsetmiyor.
- Hastanelerin çöktüğü ayan-beyan ortadır. Zaten ilaç da kalmadı. Buna karşı yapılan tek şey, Türkiye’den yardım istemek değil midir?
- Geleceğe dönük bir elektrifikasyon planımız var mı, yok mu; bilmiyoruz. Biz bilmiyoruz ama başkalarının bildiğini hissediyoruz!
- Turizm tanıtım faaliyetlerini de Türkiye Kültür ve Turizm Bakanlığı üstlenmedi mi?
Daha fazlasını saymaya gerek yoktur. Bütün bunlar ortada bir KKTC hükümeti olmadığını yeterince kanıtlıyor.
Hükümet olmayınca, haftalık meclis toplantılarında kendini gösteriyor olmalarına karşın muhalefetin olduğunu söylemek de zorlaşıyor. Birileri çıkıp eleştirir gibi yapıyor ama bu eleştirilerin toplum yararına bir sonuç verme olasılığı bulunmuyor. Muhatap ortada görünmüyor…
- Din İşleri Dairesi Başkanı’nın söyledikleri hükümet üyeleri tarafından bile kınandığı halde “müftü efendi” yeniden kıpırdamadı. Bırakın kıpırdamayı lütfedip “yanlış yapmışım” dile demedi. Allah adına konuştuğu iddiası da orta yerde duruyor; geri almadı.
- Elektrik ve akaryakıt temini ile ilgili dünya kadar laf söylendi ve hala daha söyleniyor. Bunlara doğru dürüst bir yanıt bile verilmedi. Elektrikler kesiliyor ama Kıb-Tek’in halkla ilişkiler sistemi “kesinti yok” yanıtı verebiliyor.
- Başbakan’ın ve bakanların vaatlerinin yerine getirilemez şeyler olduğu ortaya çıksa bile yerlerinde kalmaya devam edecekleri ise herkes tarafından biliniyor. Yapsan da bir; yapmasan da… Bakan olmak başarı ile uyumlu bir şey değil ki!
- Yasaları dikkate almamak artık normalleştirilmiştir ve bunun için mahkemelere gidecek gücümüz kalmamıştır.
Bu durumda muhalefet milletvekillerine kalan şey, kendilerini göstermek için kürsüye çıkmak veya köy kahvelerinde boy göstermektir. Basın mensuplarının yaptığı, birilerinin desteği ile hayatta kalmaya çalışmaktır. Akademisyenler ya kitaplara gömülmüş; ya da ek gelir sağlama peşine düşmüştür.
Halkın siyasete ilgisi ise magazin düzeyine inmiştir. Söylenenler, söylenmeyenler veya kulislerden sızan dedikodular oldukça işe yaramakta ve toplumsal bir yapıştırıcı veya harç olma görevi de yerine getirmektedir. Bir toplum olmanın pratiğini, birimizi çekiştirerek yaşamaktayız.
Açıkça görülmektedir ki biz “egemen devlet” peşinde koşarken, yerel sorunlarını kendi kapasitesi ile çözebilen bir aygıta bile sahip olamadık.
Ankara’da olanların bu sonucun ortaya çıkmasında büyük payı olduğunu söyleyebiliriz. Ama bu sonuca birden bire gelinmediğini; Kuzey Kıbrıs’ta işe yarar bir yönetim oluşturmamanın, bugünkü durumu yaratmak isteyenlere, normal koşullarda bulunamayacak bir fırsatı altın tepside sunmuş olduğunu da unutmamak gerekiyor. Ankara’daki bugünkü yönetime gelene kadar çok farklı iktidarlar iş başında olmuş ve Kıbrıslı Türklere farklı fırsatlar sunulmuştur. Bunların hiçbiri işe yarar bir yönetim oluşturmak için ciddiyetler değerlendirilmemiştir.
Atık bir hükümetimiz bile yoktur! Hükümet yoksa muhalefet de olmayacaktır!
“Yöneten Ankara ise Ankara’ya muhalefet edelim” diyenler olacağını elbette biliyorum. Ankara’ya muhalefet ederken ve ikna edici olmaya çalışırken yanlışlar kadar doğruları da ifade etmek zorunda kalacağız ama… Ankara’dan iste… Ankara’yı eleştir… Ankara’dan memnuniyet getir… Her yapılana şükretmek gerekmez ama hayati sorunların Ankara tarafından çözümlenmesine seyirci kalmak da mümkün olmayacaktır. Bu da bizi, Ankara’ya en sıkı şekilde bağlamış olacaktır.
Egemenlik ve/veya siyasi eşitlik isteyenlere duyurulur: Şimdiki durum budur!