Dünkü yazıdan devamla siyasi müdahalenin sebebi olarak ikinci vardığım sonuç da Kıbrıs konusunda çözümün Türkiye’yi Batı’ya ve AB’ye tekrar yaklaştırma; dolayısıyla son 2-3 yıldır yakınlaştığı Avrasya’dan uzaklaştırma anlamı taşımasıdır. Kıbrıs ile ilgili siyasetin Kıbrıs’ı aşıp Türkiye’nin ana akım siyasetine ve yönelimine etki etmesi endişesidir. Cumhur İttifakı’nın içindeki Avrasya yanlıları bunun olmaması için mücadele vermekte, Türkiye’nin yerinin batıda olmadığını düşünmektedirler.
Son iki üç yıldır Erdoğan’ın söylem ve eylemdeki siyaseti de bu yönde olmuştur. Cumhur İttifakı’nın oluşmasındaki önemli unsurlardan biri budur. Kıbrıs’taki iç siyasetteki güç dengesi bu yönde yeni bir eksen kaymasına sebep olma ihtimalinden dolayı önemlidir. Yapılan müdahale de bu konuda herhangi bir yalpalama ve eskiye dönüş olmaması içindir.
Burada da Kıbrıs ve Kıbrıs sorununa çözüm arayışı, bir sonuç değil sebep olabileceğinin potansiyelinden dolayı bir araç konumundadır.
Bu konudaki mücadele AB ile ilişkileri düzeltmek için çözüm modelinin isminin ya da şeklinin ne olacağının önemli olmadığını yani yıllardır müzakere edilen “tek devlete dayalı merkezi güçlü federasyon” da olabilir diyenler ile AB ve dolayısıyla Batı ile ilişkileri düzeltecekse buna karşı duranlar arasında er ya da geç su yüzüne çıkacaktır. Burası da kendini milliyetçi diye tanımlayanların kendi içlerinde kırılmaya aday fay hattıdır.
Şu an Silahtar’da ve Ankara’da Kıbrıs sorunuyla ilgili makamlarda mesai yapanlar hem kendi içlerinde hem de iki başkent arasında zaman zaman su üstüne çıkan ve birbirleriyle çelişen ifadeleri de bu adı kamuoyu önünde tam konmamış mücadeleden dolayıdır.
Bir yerde iç siyasetimize olan müdahaleyi bazıları için gerekli kılan farklı gözükse de birbirlerini tamamlayan iki unsur ile karşı karşıyayız. Bunlardan biri Kıbrıs Türkünün farklı bir kafa yapısına dönüşümü, diğeri de hem Kıbrıs Türkünün hem de Türkiye’nin Batı’ya olan yolculuğunun önüne set çekmektir.
Bu iki unsurun Kıbrıs Türkü üzerindeki çekim gücü canlıdır. Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin aleyhine bir sonuç doğurmasa da şu anda iradeyi elinde tutanlar için oluşturduğumuz tehdit de sanırım budur. Kemalizm’in arka bahçesi olarak görülen bir alanda bunun yeşermesine şans bile verilmek istenmemektedir.
AB çatısı altında laik toplum düzeni bizim Kıbrıs Türkü olarak varlığımızı koruyacağımız yegâne kavram ve unsurlardır. Partiler üstü ortak siyasi paydamız olan laiklik ve AB konusunda mevzi, tektir.