Nüfus alan bir ülke olduğumuza göre, güvenliği artırmak bakımından polis sayımızı artıralım diye düşünüyordum. Son olaylar bize polis sayısı arttıkça güvenliğin artmayacağını öğretmiş oldu. Şimdi, çaresizim; asayişi nasıl sağlayacağımız konusunda hiçbir fikrim yoktur!
Eskiden yollar tek şerit, arabaların çoğu sol direksiyondu. Kazaları, yolların ve arabaların kurallara uygun olmamasına bağlıyorduk. Yollar biraz, arabalar bayağı iyileşti. Trafik kazaları da artmış oldu! Üstelik, kazaların önemli bir kısmı ölümle sonuçlanır hale geldi. Ulaştırma Bakanı kazaları “magandalık” olarak açıkladı. Benim bu konuda hiçbir fikrim yoktur ve trafik kazaları konusunda yazacak şey bulamıyorum.
Aynı şeyler yolsuzluklar için de geçerlidir. Herkes denetimsizlikten ve denetimlerin artırılması gerektiğinden söz ediyor. Kim, kimi denetleyecek söyler misiniz? Denetleme ile görevli olanlar yolsuzluğun parçası olmuş… Denetleyen kurum ve kişi sayısını artırmakla yolsuzluklardan kurtulamayacağımız da ortaya çıkmış bulunuyor. Yolsuzluklardan kurtulmanın kolay olmayacağı anlaşılıyor.
Görevi ile alakalı olmasa da bir müsteşar, katıldığı lale festivalinde yapmaması gerekeni yaparak laleyi köküyle birlikte götürmeye kalkışıyor ve polis tarafından yakalanıyor. Güler misin; ağlar mısın? Biz şimdi bu arkadaşımızın ilgili daireleri bakan adına tam kapasiteyle ve kanunlara uygun olarak yönetmesini bekleyecek; kendisine güven duyacağız öyle mi?
Üniversitelerin “yolsuzluk kaynağı” olduğu kanaati hakim oldu… Başbakan Türkiye-YÖK’ü davet etti, geldiler; ne yapabileceklerine bakacaklar. Biz bakamadık, onlar bakacak!
Narenciye üretiminde rekor kırdık ama satamıyoruz. Narenciyeyi satacak biri çıkar mı diye bekliyoruz!
Tam bir çıkmazdayız… Hepimizin veya en azından önemli bir kesimin hemfikir olacağı bir projeye sahip değiliz. Güven verecek siyasi kadrolardan da yoksunuz. Kamu görevlilerinin işlerini kanunlara uygun ve sadakatle yerine getireceğine kimsemiz inanmıyor.
Bu durumda bu ada yarısına turist davet edecek ve güzelce ağırlayacağız öyle mi? Tam bir hayal…
Bu durumda üniversitelerimize öğrenci yağacak, gençlerimiz hocalık yapacak, esnafımız çalışacak ve bu öğrencileri bizi de anlatmaları için başarı belgeleriyle birlikte ülkelerine geri göndereceğiz öyle mi? İnanılacak bir şey değil…
Bu ortam içinde konut sattığımız insanların en azından tatillerini Kuzey Kıbrıs’ta geçirmelerini, restoranlarımızda yiyerek plajlarımızda serinlemelerini mi bekleyeceğiz? Yollarda ölmeyeceklerini garanti edebilecek miyiz? Yiyeceklerimizin veya plajlarımızın sağlıklı olduğuna nasıl emin olabileceklerini hiç düşündük mü?
Bu ortamda sokağa çıkarak gençlere soralım; okullara giderek öğrencileri sorguya çekelim derim… Kaçı geleceğini bu adada yaşamak isteyecek acaba?
Öyle sanıyorum ki “adadan gitmeyi düşünme yaşı” onlu yaşların altına inmiştir.
Bu koşullarda sadece yoksul aile çocukları değil, iyi eğitilmişler de kaçacak; varlıklı aile çocukları da…
Afrikalılar şöyle dermiş: Aslan, ceylan, sırtlan ve zebra yan yana koşuyorsa orman yanıyor demektir!
Artık sadece kaçanlar kurtulacak!