Türkiye, dış politikadaki aktif rolünü Rusya-Ukrayna krizinde yine gösterdi.
Rusya’nın Ukrayna’ya saldırı başlattığı 24 Şubat’tan bu yana yoğun diplomatik temaslarını sürdüren Türkiye, ateşkes için başta krizin tarafları ile olmak üzere, küresel aktörlerle çözüm odaklı temas trafiğini hiç kesmedi.
Peki, gelinen noktada Türkiye’nin kalıcı barışın sağlanması için yürüttüğü diplomasi trafiği olumlu sonuç verecek mi? Türkiye’nin arabuluculuktan garantör ülke olması önerisi nasıl sonuçlar doğurur? Uzmanlar TRT Haber’e değerlendirdi.
Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan Putin’le görüştü
Türkiye’nin kalıcı barışın sağlanması adına gösterdiği bu yoğun diplomasi trafiğinde, geçtiğimiz hafta Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Ukrayna’da temaslarını sürdürdü, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da Putin ile telefon diplomasisi yürüttü.
SETA Dış Politika Uzmanı Mehmet Çağatay Güler, hem Rusya hem de Ukrayna tarafının Türkiye’nin arabuluculuğuna sıcak bakmasını değerlendirdi, Türkiye’nin izlediği mekik diplomasi ve tarafsızlık ilkesine dikkati çekti:
“Çatışmanın tarafı her iki ülkenin de bu girişimlerden memnuniyet duyarak sürdürme iradesi ortaya koymalarının altında, Türkiye’nin krizin ilk gününden bu yana benimsediği tarafsızlık ilkesi ve gizli bir ajanda gütmemesi yatmaktadır.
Benimsenen bu yaklaşım sayesinde iki tarafla da sürdürülebilen yüksek diyalog, Türkiye’ye krizin diplomatik veçhede çözümü noktasında -diğer Batı ülkelerinin sahip olmadığı- bir alan açmaktadır. İki ülke dışişleri bakanlarının Antalya’da bir araya getirilebilmesi bu siyasetin somut çıktıları arasındadır. Devamında Moskova ve Lviv’de gerçekleştiren temaslar da Türkiye’nin arabulucu ve/veya garantör ülke olma ihtimalinin gündeme gelmesi, diplomatik girişimlerin olumlu seyrettiği yönünde izlenimler uyandırmaktadır.”
“Kalıcı ateşkes veya barışın sağlanması, savaşın akıbetine ve Rusya’nın stratejisine bağlı”
Güler, görüşmelerin yakın zamanda olumlu sonuçlar vermesi için henüz çok erken olduğunu da anlattı, “İlgili şartların taraflar arasında şimdilik oluşmadığını vurguladı.
“Rusya savaşa girmeden önce ortaya koyduğu hiçbir hedefi gerçekleştirememiş ve sahada mutlak üstünlük kuramamıştır. Operatif ve taktik düzlemlerde sayısız hatalar yapılmış, şu aşamaya kadar sahada iyi bir sınav verilememiştir. Ukrayna tarafı ise ortaya koyduğu mukavemet ve Rus ordusuna verdirdiği ağır zayiatlar ile hem kolay kolay teslim olmayacağını göstermiş hem de Rusya için katlanılan maliyetleri artırmıştır. Kısacası Rusya, karşı tarafa şartlarını dayatabilecek bir konumda bulunmamakta ve Ukrayna’nın da pes etmeye hazır olmadığı görülmektedir. Heyetler arası müzakerelerin sürmesi önem arz etmekle beraber bu nedenlerden ötürü sonuçsuz kalmaktadır.
Bu denklemde Rusya’nın barış ilan etmesi demek; iç ve dış kamuoyunda muazzam bir itibar kaybı demek, pes etmek demek, boşuna yüklenilen savaş maliyetleri demek. Dahası, ekonomik yaptırımların neden olduğu ve olacağı sonuçlara değmemesi demek. Kalıcı ateşkes veya barışın sağlanması, savaşın akıbetine ve Rusya’nın stratejisine bağlıdır.”
Bakan Çavuşoğlu: Ateşkes umudumuz arttı
“Olası bir Putin ve Zelenski görüşmesinden kalıcı veya geçici bir ateşkes çıkabilir”
Güler, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Putin ile yaptığı görüşmede, Putin ile Zelenski’yi İstanbul veya Ankara’da misafir etme teklifini yinelemesiyle ilgili de şu yorumda bulundu:
“Liderlerin bir araya geleceği bir görüşme dışişleri bakanları veya Belarus eksenli devam eden heyetler arası görüşmelerden farklı olacaktır. Bu düzeyde bir görüşmede kalıcı veya geçici bir ateşkes çıkabilir. Ancak, yorum yapmak için çok erken olduğu kanaatindeyim. Zira, böyle bir görüşmenin gerçeklemesi de kalıcı ateşkesin sağlanması da sahadaki gelişmelerin seyrine bağlıdır. Türkiye bu noktada tercih edilirse nedeni, tarafsızlık ve gizli ajanda gütmeme olacaktır. Yalnızca barışın öncelenmesi ve herhangi farklı bir çıkar arayışı olmaması iki tarafta da karşılık bulmakta. Bir tarafla sahip olunan stratejik ilişkiler diğerine tercih edilmemesi, yani haiz olunan ikili ilişkilerin bir diğerine ikame olarak görülmemesi, dengeli ancak dengeleme hedefi gütmeyen bir siyaset benimseniyor oluşu, Türkiye’yi diğer Batılı başkentlerden farklı bir yere konumlandırmakta ve tercih sebebi haline getirmektedir.”
“Ukrayna-Rusya krizi dünyayı topyekun bir çatışmanın içine çekebilecek potansiyele sahip”
“İnsanlık için en büyük felaket savaştır” diyen İstanbul Aydın Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ragıp Kutay Karaca ise ”Barış umuduyla yapılabilecek her türlü diplomatik girişim sonuç verip vermemesine bakılmaksızın devam ettirilmeli” dedi.
“Eğer diplomasi için en ufak bir ışık var ise o muhakkak kullanılmalı. Çünkü Ukrayna-Rusya krizi belki de 1945’ten sonra dünyayı topyekun bir çatışmanın içine çekebilecek potansiyele sahip. O nedenle sonuç verir mi vermez mi değil, olabildiğince belki biraz gecikecek ama diplomasi, müzakere şansı varsa ve sonucunda bir barış çıkacaksa bunu sürekli olarak istemek gerekiyor. Bugün gelinen nokta da bu.”
“Rusya-Ukrayna krizi Türkiye’nin jeopolitik önemini bir kere daha ortaya koydu”
Prof. Dr. Karaca, Putin ve Zelenski’nin olası görüşmesini şöyle yorumladı:
“Putin eğer görüşecekse bu artık sonuçlanmış demektir. Bu önemli bir nokta. Çünkü Rusya’dan en son yapılan açıklamalar bunu gösteriyor. Yani önce heyetlerin ‘Birçok şeyi hallettik. Çok az nokta liderlere kaldı’ demesi gerekiyor. Bu görüşme Türkiye’de olabilir. Çünkü Türkiye her iki taraf için de güvenilir ülke durumuna geldi. Dolayısıyla bu açıdan baktığınızda İstanbul ya da Ankara’da bu diplomasi gerçekleşebilir. Rusya tarafından yapılan açıklamada, ‘Bu anlaşma mevzubahis olursa illa ki Rusya’nın göstereceği bir yerde yapılacak diye de bir dayatmamız yoktur’ açıklaması da bunun en önemli işareti.
Şimdi Batı ülkelerine baktığınız zaman Rusların hiçbir ülkeyi tercih etmeyeceği aşikar. Ukrayna açısından tabii Batı’yı tercih etmek bir şekilde Rusları, Batı’nın ayağına götürmek olarak algılanacağı için onun da gerçekleşmeyeceğini düşünüyorum. Velhasıl Türkiye bunun için önemli bir yer. Bu süreç hem Türkiye’nin jeopolitik önemini bir kere daha ortaya koyarken, Türkiye’nin dış politikasında da ne kadar doğru bir şekilde olduğunu ortaya koydu. Özellikle Ukrayna krizi boyunca. Tabii eğer böyle bir görüşme gerçekleşirse bu uluslararası algı açısından Türkiye için muhteşem bir şey olur diyebilirim.”
“Putin-Zelenski görüşmesi Türkiye’de gerçekleşirse bu büyük bir başarı olur”
“Bu görüşmeler ister Türkiye’de yapılsın ister yapılmasın araya ister Türkiye girsin ister başka bir ülke… Mesele sonuca erdirilmesi” diyen Karaca, “Türkiye özellikle Antalya Diplomasi Forumu’nda çok öne geçti. Şimdi her iki tarafında güvendiği, hatta Ukrayna’nın anlaşma sağlanırsa garantörlük anlamında Türkiye’yi istemesinin arkasında yatan güveni analiz edebiliyor musunuz? Bu çok önemli. Çünkü her iki devletin de güvendiği ülke üzerinden bu olmalı ki Ruslar da Türkiye’nin garantörlüğüne sıcak baktıklarını açıkladılar. Dolayısıyla bu açıdan bence eğer Sayın Cumhurbaşkanı, Putin’i ikna edip de bir görüşmeyi İstanbul ya da Ankara’da sağlayabilirse bundan bir sonuç çıkacağını gerçekten düşünüyorum. Bu büyük bir başarı olur” dedi.
Rusya-Ukrayna krizinde etkin bir mekik diplomasisi yürüten Türkiye, ara buluculuk rolünü zorluklara rağmen devam ettiriyor. Ancak Türkiye sadece Rusya-Ukrayna arasında değil geniş bir coğrafyada ara buluculuk girişimlerini sürdürüyor.
Ukrayna’nın Türkiye’yi garantör ülke olarak istemesi açıklamasıyla garantör ülke konusuna da değinen Karaca, Kıbrıs ve Nahçıvan için Türkiye’nin garantör ülke olduğu anlaşmaları hatırlatarak, şöyle konuştu:
“1960 garantör anlaşmaları imzalandı Kıbrıs’ta. Orada garantör ülkelere anlaşmaya aykırı davranmaları durumunda askeri kullanma yetkisi de veriliyordu. Ve Türkiye 1974’te de bunu kullandı. Ve 1974’ten bugüne kadar da KKTC, Türkiye’nin garantörlüğünde hayatına devam ediyor. Oradaki Türkler serbestçe, özgürce, kendilerine bir güvenlik riski durmadan yaşamaya devam ediyorlar yaklaşık 50 yıldır. Bu önemli. Nahçıvan konusu var yine Türkiye’nin garantör olduğu. Bu da 1921 anlaşmalarına gider. Çünkü Nahçıvan’ın üçüncü bir ülke tarafından işgal edilemeyeceği, böyle bir durumda Türkiye’nin müdahil olacağı ve bunun da garantörünün Türkiye olduğu anlaşmaya yazdırıldı. Dolayısıyla bu da bir örnek teşkil eder.”
Montrö’nün Türkiye’ye sağladığı haklar neler?
“Montrö, Türkiye’nin elinde kullanabileceği büyük bir argüman”
Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne de değinen Karaca, Türkiye’nin elinde kullanabileceği büyük bir argüman olduğunun altını çizerek şunları söyledi:
“Montrö, Türkiye’nin elinde büyük bir kullanabileceği bir argümandır. Ve Türkiye bunu 2008’den beri özellikle Gürcistan krizinden beri çok iyi kullanıyor. Hiç kimseye taviz vermiyor. Sadece uluslararası hukukun kendisine vermiş olduğu yetkiyi kullanıyor. 1937 Montrö Anlaşması o ortamdan yararlanılarak, Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları tarafından Boğaz’ların Türk toprakları haline getirilmesidir. Bunun da ne kadar önemli olduğunu burada görüyoruz. Aynı şekilde Hatay’ın Türk topraklarına katılmasının ne kadar Akdeniz açısından hayati olduğunu bir kere daha gördük. Demek ki dış politika hem uluslararası ortamın o anki ortamından yararlanmak hem de bu yararlanmayı bir şekilde ülkemiz lehine anlaşmalara, girişimlere döndürebilmek kabiliyettir. Bu açıdan da ben Ukrayna-Rusya krizinin Türkiye adına uluslararası ortamda ve sistem içerisinde büyük avantajlar yarattığını düşünüyorum.”
“Garantörlüğün ağır sorumlulukları olur”
Ukrayna Dışişleri Bakanı Kuleba’nın “Türkiye’yi garantör olmasını istediğimiz ülkeler arasında görüyoruz” açıklaması ve Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun Rusya’nın da buna bir itirazının olmadığını söylemesiyle, akıllara “Türkiye, Ukrayna’ya garantör olursa ne olur?” sorusu geldi.
Mersin Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Kaan Kutlu Ataç, garantörlük mekanizması için henüz çok erken olduğunu vurguladı.
“Garantörlük, aralarında bir düşmanlık ve husumet olan taraflar arasındaki çatışmanın ya da gerginliğin daha da ileri seviyeye gitmesini önleyecek bir mekanizma olarak karşımıza çıkıyor. Garantörlüğün en temel özelliği çatışma içerisinde olan hasımların birbirine güven duygusunun nasıl tesis edileceğiyle ilgili bir mekanizma, bir mimari aslında. Kısacası, hasımların bir süreç içerisinde karşılıklı güvensizliklerini güvendikleri bir mekanizmaya devridir. Dolayısıyla burada bir barış inşası sürecini ifade etmek gerekir.
Güvenliğin öncelikli olarak bir ateşkes içerisinde olması gerekir ki bunu takip edecek adım da barışın tesisidir. Bu çerçeveden baktığımızda, istikrarın sağlanabilmesi için elimizde bir yazılı metnin olması gerekiyor. Öncelikle ateşkes arkasından da bir barış anlaşması. Dolayısıyla güvenlik garantileri dediğimiz zaman aslında burada bir taahhüdün olması gerekir. Yani tarafların dışında üçüncü bir tarafın ya da tarafların… Burada hem Moskova’nın hem Kiev’in bir anlaşma metni üzerinden hareketle üçüncü tarafın koruması altına, taahhüdü altına girmesi gerekiyor.
Çatışmanın ilk haftalardaki süreci yoğunluğu devam ediyor gözükmese de burada karşımıza farklı bir sorun çıkıyor. Tarafların ateşkes görüşmelerinden ziyade şu anda insani tahliye için koridor meselesi görüşülüyor. Dolayısıyla daha elimizde bir ateşkesle ilgili mekanik bir süreç yok. Dolayısıyla garantörlük erken bir ifade. Bu anlamda Ukrayna’nın kendisini Rusya’dan koruması adına güçlü gördüğü ülkelerin ya da barışın inşasını tesis edebileceğine dair güven duyduğu bir güvenli taraf yapısının müdahale etmesini istiyor.”
“Türkiye bölgesel güvenlik aktörünün ötesine geçip bir güç odağına dönme yolunda”
Türkiye’nin bölgede özel bir konumda olduğunu ve tarihi tecrübesi olduğunu vurgulayan Ataç, şunları söyledi:
“Rusya-Ukrayna krizinde Türkiye ile ilgili önemli bir durum ortaya çıktı. İhtiyatlı dengeli yaklaşımın getirdiği süre içerisinde Türkiye, bölgesel aktörlüğün ötesine geçti. Aslında bu buna işaret. Türkiye bir bölgesel güvenlik aktörünün ötesine geçip bir güç odağına dönme yolunda tekrar bir hareket bir alan kazandı.
Kiev’in her şeye rağmen Türkiye’yi ismen zikretmesi ve bu süreç içerisinde görmek istemesinin temel nedenlerinden birisi, Türkiye’nin bölgesel aktörlükten daha ziyade bir güç odağına dönme yolunda olduğunu gösterir. Ben böyle okuyorum durumu. Çünkü Türkiye, bölgesel aktörlüğün bir adım ötesine geçti. Ve bu anlamda Türkiye bir güç odağına dönüştü. Tabii, süreç erken yine söylemek gerekir. Bir ateşkesin ve barışa giden yolda elimizde bir metin olması gerekir. Bu tabii uzun bir süreç olacaktır.”
“Garantörlüğün sorumluluğu ağır olacaktır”
Garantörlüğün ağır sorumlulukları olduğuna da dikkati çeken Kaan Kutlu Ataç, şöyle konuştu:
“Denetleme mekanizmasının garantörlük anlamında kurmaya başladığınız zaman garantörün sorumlulukları başlıyor. Bu sadece ilk başta çok hoş gibi gelir, diplomatik anlamda size bir güç katar fakat bu gücün getirdiği bir de sorumluluk vardır. Güçle sorumluluk arasında doğrudan bir ilişki var. Ukrayna’nın dediği gibi 7’li bir garantörlük sistemi içerisinde gidilecekse Ukrayna meselesinin dışında burada başka bir sorun daha ortaya çıkacak. Taahhütlerin yerine getirilmesiyle ilgili öncelikli bir kontrol mekanizması nerede? Bu kontrol mekanizmasının işlevi nasıl olacak? Ancak şunu söyleyebilirim, zor bir süreç, taahhüt süreci bu çünkü.”