Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, yeniden seçildikten sonraki ilk ziyaretini KKTC’ye yaptı. Cumhurbaşkanı Tatar, iyi bir fırsat yakaladı ve kendini Erdoğan’a takdim etmeye çalıştı. Erdoğan’ın peşinde koşan başkaları da oldu tabii… Fotoğraflarda görünenler oldu; görünmeyenler oldu. Bazı görüşmeler daha sonra basına servis edilerek, “bizimle de görüştü” haberleriyle “siyasi itibarımız yerindedir” ve “biz bundan sonra da Erdoğan’ın icazeti ile siyaset yapmak çabasında olacağız” mesajları kamuoyuna iletilmiş oldu. Aldık, kabul ettik!
“Bizimkilerin” kendilerini gösterme telaşına karşılık Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kuzey Kıbrıs’ta yapılmakta olanları ve yapılacakları açıklamayı tercih etti.
Açıklananların çoğu, Türkiye ile KKTC arasında imzalanan protokolde yapılması öngörülenlerdi. En fazla dikkat çekenler ise Ercan Havaalanı ve kablo ile elektrik getirilmesi ile ilgili olanlardı tabii. Türkiye Cumhurbaşkanı, Ercan Havaalanı’nın ihtiyaçlarının karşılanmasına ve tamamlanmasına öncelik vereceklerini, 20 Temmuz’da adaya gelirken yeni terminal binasını kullanacağını ve Türkiye’den çift yönlü elektrik kablosu çekileceğini duyurdu.
Ercan havaalanı, KKTC ile imzalanan sözleşmeye göre çoktan bitirilmiş ve devreye girmiş olmalıydı. Bu inşaatın KKTC ile T&T arasında imzalanan sözleşmeye göre yapılmakta olup olmadığı, KKTC makamları tarafından denetlenmiş ve kamuoyu ile paylaşılmış olmalıydı.
Elektrik kablosu ise uzun zamandan beri tartışılıp duruyor. Bu tartışmaları teknik veya siyasi olarak sürdürmemiz, ETNOS-E gibi şeylerden söz etmemiz boşunaymış demek. Boşu boşuna kendimizi yiyor; zaman öldürüyoruz!
Erdoğan’ın bu açıklamaları yapmak için gereken bilgileri KKTC makamlarından almadığı kesindir. “Bizimkilerin” bilgisi olsa, ne yapar eder kendileri açıklardı. Bu açıklamalarıyla Erdoğan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti makamlarının “işe yaramaz” olduğunu, ne yapılacaksa kendilerinin yapacağını bir kez daha dünya aleme göstermiş oldu. Bizim “işe yaramazlığımızın” ise Türkiye’den veya Erdoğan’dan kaynaklandığını düşünmüyorum doğrusu. Erdoğan’ın açıklamalarının önceden hazırlanmıştı; çoğunlukla kağıttan okundu. Çalışıyorlar, hazırlanıyorlar ve açıklıyorlar! “Bizimkiler” dinliyor ve alkışlıyorlar!
Kıbrıs sorunu ile ilgili mesajlar da “bizimkilerin” gözünden kaçmamıştır mutlaka… KKTC yurttaşlarının sorunlarını çözmeyi Türkiye’ye havale etmenin rahatlığı ile KKTC’yi Kıbrıs sorunu ile “tanıtmak” gayretlerimiz devam edecek gibi görünüyor. Erdoğan, iş yaramazlığımızı gizlemek istercesine Rum tarafına “görüşme isterseniz KKTC’yi tanıyın” çağrısı yaptı. “KKTC tanındıktan sonra görüşecek ne kalır” veya “bizimle görüşmek için neden KKTC’yi tanısınlar” gibi soruları gündeme getirmek sanırım yasaklanacaktır. Yoksa tartışma çıkar ve yanıtı verilemeyecek sorular havada uçuşur. Küçük düşer, küçük düşürür; maazallah hapsi bile boylayabiliriz!
Bu ziyaretin bakiyesinde bir de Serhat’a yapılanlar var… Elini kolunu sallaya sallaya girmesi gereken Cumhurbaşkanlığı avlusundan polis zoru ile atılmış… Kendisi “akreditasyonum vardı” derken, Cumhurbaşkanlığı “yoktu” diye açıklama yapmış… Ne “akreditasyonuymuş” bu anlamadım! Tatar’ın Cumhurbaşkanlığının ilk günlerinden “basın danışmanı” olarak göreve çağrıldığı iş yerine sokulmadığı yetmezmiş gibi “kim olduğunu kanıtlayamadığı” gibi iddialar gündeme getirilmiş oldu… Bu “parmak arkasına saklanma” numarasını sakın ola yutmayın ve Cumhurbaşkanlığı’ndan mümkün olduğunca uzak durmaya bakın; huzurunuz kaçmasın!
14 Mayıs seçimlerinden önce “sinmiş” bir havamız vardı. Erdoğan kazanınca keyfimiz yerine gelmişti doğrusu! Bu ziyaret sonrasında ise “silkinip kendimize geldiğimizi” gördük. Bazılarımız titremiş bile olabilir!
Ohh bee! Dünya varmış!