Adını doğru koyalım. Yaşadığımız kusursuz bir çöküştür.
Çöküşün dinamikleri tarih ve coğrafya gözetmeksizin aşağı yukarı
aynıdır. Sosyo-ekonomik dokuda tamir edilemeyen bozukluklar, yönetim yoluyla önlem alınmazsa önce sessiz ve derinden sonra da sesli olacak şekilde yolu içe doğru çöküşe çıkar.
Tanıdık başka bir referansla da durumumuz izah edilebilir. Durumumuz kapalı Maraş’a benzemektedir. Uzaktan güzel ve değerli. Yaklaşıp içine girince de yaşanası bir yer olmaktan çıkmış, talanın da etkisiyle günden güne altyapısı ve üstyapısı çürüyen ve güven vermeyen bir yapımız var. Maraş gibi başkaları için değerli ama bize bir türlü hayrı olamayan bir değerdir bu. Biz bir şey yapmazsak da öyle seyreder durur ve bir gün çöküşün sesini duyarız. İş işten geçmiş elimizden kayıp gitmiş olur. Bu durum bir yerden başlayarak önlem alınmadan daha ne kadar sürer? Akıl ve mantık bu durumun sürdürülebilir olduğunu kabullenmekte zorlanıyor.
Zamanın da nötr değil aleyhimize işlediğinin bilincinde bu resme bakıp siyaset bir tercih yapmak durumundadır.
Her sessiz duruş, iç siyasete T.C. devletini temsil edenlerin çok daha büyük müdahalelerini beraberinde getirmiştir diye yükselebilirsiniz. Bu gerçeğe sarılarak siyasetin yegâne odak noktasını bunun üzerine inşa da edebilirsiniz. Meclis içi ve dışında söylem ve eylemler ile toplumsal refleksi bu yönde güçlendirme siyasetini benimseyebilirsiniz. Bunu hükümetin kuruluşunda yaşananlardan dolayı meşru olup olmadığına da rahatlıkla dayandırabilirsiniz. Her fırsatta konu etrafında tabiri caizse çadır kurup günlük siyaseti bunun üzerinden hazırlık yapmadan rahatça yürütebilirsiniz.
Muhalefetin şu andaki ağırlıklı görüntüsü ve tercihi bu yöndedir.
Diğer bir seçenek ise kimin nasıl seçildiği konusunda kendi tabanlarını diri tutmak adına tekrar ile pekiştirme siyaseti yürütmeyi bir kenara koyup nasıl yönettiği ve ne yaptığı üzerine odaklanma siyasetini benimsemektir. Siyasetin fark yaratmak ve yeri geldiğinde ezber bozacak önerileri kaynağı ve getirisi ile ortaya koymak için yapılması gerektiğinin altını çizerek siyaset yapmayı gerektirir. Hangi siyasi parti iktidarda olursa olsun yapılması gereken temel işlerin (örneğin doğru ve güncel veri toplama yetkinliğini kazandırmak, değer katmayan süreçlerin belirlenmesi, tasarruf tedbirleri ve gelir artırıcı inisiyatifler gibi) neler olduğunu ortaya koyan geniş kapsamlı bir çalışma ile işe koyulursunuz. Seçimi beklemezsiniz. Bunu da parti aidiyeti gözetmeksizin liyakat sahibi olanların katkısını da alarak yaparsınız. İktidarı eleştirmek yerine biz daha iyisini yaparız iddiası olan bir siyaset anlayışını ortaya çıkarırsınız. Bunu siyaset kültürümüzün (“biz böyle siyaset yapıyoruz”) parçası yaparsınız. İktidar partisine oy verip siyasete müdahalenin geldiği noktadan hoşnut olmayan sessiz duran kesime yönelik adı konmamış ikna siyasetine dönüşür bu.
Bu siyaset anlayışı da çöküşün önüne geçmek için ne yazık ki artık özetlenemeyecek kadar kapsamlı bir çabaya girişmemiz gerektiği gerçeği üzerine inşa edilebilir. Böyle bir siyasi yaklaşım ile siyaseti olması gereken gerçek mecrasına çekme şansı doğar.
Demokrasi, özgürlük, hak, hukuk ve adalet vurgusuyla topluma şimdilik temiz ama boş bir tabak vaadinde bulunmuş olunuyor. İddia sahibi ve fark yaratmak adına siyaset yapıyorsanız konfor alanından ve eskimiş dogmalardan uyanıp çıkmak lazım. Örneğin asgari ücretten vergi alınmasın diyorsanız halihazırda olan bütçe açığını da düşünüp bunun kaynağının ne olacağını da aynı cümle içinde adını koymanız lazım. Olmaz demiyorum. Eksik bırakmayın yüzeysel kalmayın diyorum.
Muhalefet yalnızca evrensel kavramlar üzerinden yapılan siyaset ile yetinmemelidir. Bu iddialar haksızdır ya da yanlıştır demiyorum. Yürütülmekte olan siyaset toplumun bir kesiminin yapacağı tercih üzerinde fark yaratacak şekilde eksik kalıyor diyorum. Bu eksiklik de siyasete dış müdahalenin artarak sürmesine endirekt olarak iklim ve zemin hazırlamakta ve bizi hızlıca çöküşe sürüklemektedir. Partiler üstü bir şekilde kendi kendimizi yönetmeye olan inanç azalmıştır. Aidiyet duygusunun seviyesini anlamak için çevre kirliliği ve yapılaşmaya bakmak yeterlidir. Vurdumduymazlık tabana yayılmış bir şekilde hat seviyededir.
Yeri gelmişken ekleyelim. Çöküşün önüne geçmek için uzun soluklu program yapacak problem çözecek liyakat sahibi insan kaynağı eksikliği yalnızca adanın Kuzeyiyle sınırlı değildir. Türkiye için de geçerlidir. Çerçeveye koyduğumuz çöküş resminin ne yazık ki “paspartusu” da budur.
Demokrasi ve özgürlüklerin açık müdahaleye maruz kaldığından başlayarak iktidarın meşru olup olmadığına kadar uzanan söylemin siyasetin odağı haline getirildiği noktada, muhalefet ortaya çıkan bu resmin bizi neye doğru yaklaştırdığını değerlendirerek tek boyutlu siyasetle yetinmemesi lazım.
Vaat edilen “temiz tabağın” içine neyi nasıl pişirip hangi miktarda ne zaman koyabileceklerini de net bir şekilde anlatmalıdırlar. Topluma tam da bu günlerde liderlik ederek çekim gücü yaratacak siyaset anlayışına ve siyasetçiye hiç bu kadar ihtiyaç olmamıştı. İktidar partisinde oluşan liderlik zafiyetten dolayı siyasette getirisi yüksek büyük bir boşluk oluştu. İktidardan özellikle son gelişmelerle umudunu kesip bekleyenler içindir bu son iki cümle.