Bir kitaba takıldım… “Çatışan İktisadi Teoriler”… Neoklasik, Keynesçi ve Marksçı iktisat teorilerini karşılaştırıyor. Bazı sayfalarda zorlanıyorum tabii… Çeşitli formül ve grafikler ile bu üç farklı teorinin iktisadi sorunlara yaklaşımlarını karşılaştırmalı olarak anlatmaya çalışıyor. Ben daha fazla işin politik tarafındayım; ekonomi-politik yanında da diyebiliriz. O bakımdan çok faydalandığımı da söylemeliyim.
Aslında temel sorun devlet: Devletin ekonomiye müdahalesi olmalı mı; olmamalı mı? Olmalıysa ne kadar ve nasıl olmalı?
Klasik ekonomi teorisinin hak ve özgürlükleri devlet tahakkümünden kurtarmaya çalıştığını, devlet kısıtlamalarının ortadan kalkmasıyla birlikte refah üretiminin daha etkili ve adil olacağını ileri sürdüğü biliniyor. Bu yaklaşımın, ekonomik gelişme yolundaki bütün engelleri ortadan kaldırmadığı, ayrıca bazı krizlere neden olduğu görüşü hakim olunca Marksçı yaklaşım önem kazanmış, piyasanın görünmez eline karşılık, devletin zorba elinin işe karşıması ve adaleti sağlarken iktisadi gelişmeyi de pürüzsüz ilerler hale getirmesi beklenmiştir. Bu da istenen sonucu vermeyince devreye Keynesçi çözümlemeler girmiş, kitapta öyle tanımlanmasa da “karma ekonomik model” dediğimiz model geliştirilmeye çalışılmıştır. Kitapta zaten “Kapitalist toplumda devletin rolü” bile var.
Elbette bunca hengame içinde ben, kendime KKTC ile ilgili olabilecek dersler çıkarmaya çalıştım. Zaten aklım, sürekli olarak buna takılı: Devlet, hangi işleri yapmalı, hangilerine karışmamalı?
Biz neredeyse her şeyi devletten bekler duruma düştük, devlet olabildiğince çok insana iş vermeye çalışıyor. Yapmaya çalıştıklarını finanse edebilmek, aldığı memurları ödeyebilmek için işletmeleri ve özel sektör çalışanlarını ağır şekilde vergilendiriyor. Ama bütün bunlar hiçbir işe yaramıyor. Boşuna maaş alanlar bile, diğer çalışma arkadaşlarından şikayet ediyor veya alamadıkları devlet hizmetleri nedeniyle yakınıp duruyorlar.
Devlet yapmaya çalıştıklarının en azından bazılarından vazgeçse ve savunma gibi önemli bir gider kalemi de Türkiye tarafından karşılandığına göre daha az vergi toplamayı hedef olarak belirlese ve insanların çalışarak kazandıklarını kendilerine bıraksa daha fazla toplumsal refah üretmez miyiz?
Kitabı okurken bu sorulara yanıt vermemi kolaylaştıracak fikirler edindim doğrusu. Örneğin, “devletçi” görünen Keynes’in bile yatırımları ve yatırımcıları “ekonomiye şekil veren şey” olarak gördüğünün altını çizdim.
Ama sonra kendi kendime umutsuzluğa kapıldım; “boş ver” dedim… Kim takar Keynes’i veya Marks’ı? Bunları okuyup da ne olacak? Bunları paylaşmaya çalışırsan dinleyen mi olacak? Yoksa bu tartışmalarla KKTC yönetimine yön vereceğini zannedecek kadar ahmak mısın?
Şimdi 173’ncü sayfadayım; yazarlar Marksçılığı anlatmaya başladılar. Devam edip etmeyeceğime hiç de emin değilim!