Herhangi bir plan yapma kabiliyeti olmadığı artık açık-seçik bilinen; personelini yöneten olamayıp personeli tarafından yönetilen Ali Pilli, Sağlık Bakanlığı’ndan alındı.
Bu arada, Bakanlar Kurulu, bence ilk defa derli-toplu bir karar alarak işletmelerin açılışını planlamaya çalıştı. Açılışla birlikte işletmelerin uyacağı kurallar da belirlendi.
Şimdi Sağlık Bakanlığı’nın daha etkili planlama ve uygulamalar yapmasını; işletme yönetici veya sahiplerinin belirlenen kurallara uyulmayı sağlamasını; kurallara uyulup uyulmadığının kamu otoriteleri tarafından denetlenmesini ve sonuçta salgın krizinin daha iyi yönetilmesini bekliyoruz.
ZOR BİR GÖREV!
Başarılı olabilecek miyiz?
İtiraf edeyim ki yüksek bir başarı notu beklemiyorum.
Sağlık Bakanı Ünal Üstel’e salgının bütünlüklü yönetimi konusunda iddialı olmak yerine sadece aşılamayı ve yolu hastaneye düşenleri tedavi etmeyi düşünmesini önermek zorundayım; daha fazlasına gerek yoktur! Saha kontrolünü, kurallara uyulup uyulmadığını varsın başkansı denetlesin: Bu iş, belediyelerin de katkısı ile İçişleri Bakanı Kutlu Evren tarafından üstlenilirse iyi olacak. Bu durumda ekonomiye katkı sağlamak görevi Ekonomi Bakanı Erhan Arıklı ile Maliye Bakanı Dursun Oğuz’a kalacak. Elbette koordinasyon da Başbakan Saner’de…
Belki böylece ortaya bir takım çalışması çıkabilecek… Belki de, Tufan Erhürman’ın “kriz masası” dediği bu olacak!
Hiçbir alanda çok yüksek bir başarı beklemiyorum ama bu aşamadan sonra sınıfı geçmek bile başarı sayılacaktır.
Sağlık çökmüştür: Belediyelerin aşılama ve test çabalarının bakanlığınkinden daha iyi durumda olduğunu dikkate alırsanız, en ufak bir iyileştirmenin “başarı” sayılacağını da anlarsınız. Sağlık Bakanlığı, belediyeler kadar olsun yeter!
Denetim yoktur: Belediyelerin kısıtlı katkısına şimdi daha büyük bir kapasitesi ile İçişleri Bakanlığı da katılırsa daha etkili denetim yapmak mümkün olacak.
Ekonomi batmış durumdadır: İnsanların yiyecek-içeceğini temin edecek kadar bir döngü, hepimizi mutlu edecektir.
TOPLUM OLABİLMEK
Ali Pilli’nin Sağlık Bakanlığı’ndan alınmasının salgın yönetiminde bir milat olabileceğini düşünüyorum. Bu, iyi niyetli bir düşünce olabilir tabii… En azından birkaç gün bu düşünce ile yaşamak hiç de kötü olmaz.
Ama tek derdim, kendi “ruh sağlığım” değildir. Bugüne kadar, salgının Kıbrıslı Türklerin bir “toplum” değil, “topluluk” olduğunu gösterdiğini yazıp durdum. Zaten “Kıbrıslı Türk” tanımlaması, başlı başına bir tartışma konusudur. “Toplum” muyuz, “cemaat” mi; yoksa “halk” mı?
Toplumu tanımlamak için dil birliği, inanç birliği gibi kavramlar üzerinde yaygın olarak durulmuş ama sonuçta en belirleyici özelliğin “ortak çıkarları temel alan insanlar arası fikir birliği” olduğu öne çıkmıştır. Almanya’da Felsefe Sözlüğü’nde ise toplum, “amaçlı ve akla-uyun biçimde örgütlenmiş, ortak yaşam ve çalışmanın sonucunda varlık kazanmış bir insan grubu” olarak tanımlanmıştır (1).
Şimdi yeniden bir imtihan ile karşı karşıyayız.
Salgını yenmek amacıyla ve akla uygun biçimde örgütlenebilecek miyiz?
Ortak bir çalışma ile varlık kazanabilecek miyiz?
(1) Bu tanımlar ve alıntılar, G. Osipov’un Ünsal Oskay tarafından Türkçeye çevrilen “Toplumbilim-Teori ve Yöntem Sorunları” isimli kitabından alınmıştır.