Son bir iki ay içinde Türk dış siyasetinde birbirinden bağımsız gibi gözükse de yapılan manevralar sonucunda belli bir istikamete işaret eden gelişmeler olmaktadır.
Sıralayalım.
BAE ile üst seviyeden yapılan karşılıklı ziyaretler ve anlaşmalar.
İsrail Cumhurbaşkanının Ankara ziyareti.
TC’nin Mısır’a tekrar elçi ataması.
Kaşıkçı cinayet dosyasının Suudi Arabistan’a iadesi.
İsrail, Mısır ve Suudi Arabistan ile olan ilişkilerde olduğu gibi ABD’nin de telkinleriyle Ermenistan ile olan ilişkilerdeki yumuşama.
ABD yönetiminin Türkiye’nin attığı adımlarla ilişkilendirmeden “eastmed” boru hattı projesinin mali açıdan mantıklı olmadığı gerekçesi ile verdiği desteği geri çekmesi.
Son olarak, geçtiğimiz hafta Erdoğan “İsrail ile siyasi ve ekonomik ilişkileri geliştirmek için attığımız adımlar başkadır, Kudüs davamız ve Filistin topraklarında zulümlere bakış açımız başkadır” diye konuştu. Ruh halini ve karşı karşıya kaldığı ikilemi bundan daha iyi anlatamazdı.
Son günlerde art arda gelen bu gelişmeler ile yakın geçmişte en yüksek perdeden bu ülkelerin her biri ile ilgili söylenenleri karşılaştırıp yaklaşan seçimleri de işaret edip “Tarzan zorda” diyenler var.
Diğer taraftan bu gelişmelere başka bir bakış açısı ile değişen konjonktüre göre hızlı ve akıllı bir şekilde ülkenin çıkarlarının gereklerine uygun siyaset yapılıyor söylemine sığınanlar da var.
Hakikat bu iki uçtaki yorumun arasında bir yerdedir.
İç siyasette yönelik yaratılmaya çalışılan ekonomi her geçen gün daha iyi olacak algısına uygun bir dış siyaset havası yaratılmaya çalışılıyor.
Bu gelişmelere tam olarak neyi kast ettiği açıklanmasa da Rum dış işleri bakanı Kasulides’in “Ankara’dan olumlu sinyaller alıyoruz” demecini de eklemek lazım.
Kıbrıs konusunda özellikle Crans Montana’dan sonra Rum tarafına söylenenler ile BAE, İsrail, Mısır, Suudi Arabistan ve Ermenistan için ayrı ayrı yaşanan olaylar neticesinde söylenenlere bakıp BM parametrelerinde federal çözüme geri dönüş çok daha sert ve kamuoyuna anlatılması zor bir manevra mı olur?
Kıbrıs siyasetinde böyle bir manevranın hem cumhur ittifakı içindeki MHP kanadındaki hassasiyet hem de Millet ittifakının bunu seçime çeyrek kala kullanmaktaki iştahından dolayı o kadar kolay olmayabilir. Yine de geldiğimiz noktada Türk iç siyasetine etkisi açısından İsrail ve Filistin konusundaki manevranın mı etkisi daha büyük olur yoksa Kıbrıs’taki eşit egemen devlet konusundaki geri adımın mı etkisi büyük olur diye de düşünmekte fayda vardır.
Bu sorulardan hareketle akla başka bir soru daha gelmektedir. Son bir kez BM parametrelerinde çözüm arayışını deneyip, olmadığı noktada farklı bir anlaşmaya bu başarısızlık vesile edilebilir mi?
Bütünlüklü bir çözüme ulaşmadan ama sorunun unsurlarının bir kısmını da içine alarak batı dahil tarafların en öncelikli ihtiyacını içerecek şekilde ayrı bir torba anlaşmanın ele alınması mümkün değil midir?
Bu halimizle Kıbrıs konusunda önümüze gelecek olan farklı bir yaklaşım ile anlaşma yapmaya kafa yoracak takatimiz kaldı mı emin değilim. Arka planda bizim dışımızda gelişen yeni konjonktürün kendi yaptığımız siyasi tercihlerimizle iyice “varlığı olup ağırlığı olmayan” parçası haline dönüştüğümüzün de farkındayım.
Beş katmandan oluşan Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde en alt iki katmanına hapsolmuş bir durumumuz var. Merak edenler bulup okusun. Adanın kuzeyindeki durumumuzu özetliyor!
Hani “uyanmaya gerek yok uyumasak yeridir” diyeceğim ama bakıyorum herkes sirke dönüşmüş iç siyasette ipte maskaralık yapan cambazlara bakmakla meşgul.
Bütünlüklü çözüme ulaşamadan olabilecek anlaşmanın unsurlarını bir sonraki yazıda ele alacağız.