Kıbrıslılar, isim ve din değiştirmeye alışkındırlar. İsim, din veya kılık değiştirdiğimiz zaman hayatta kalma olanaklarımız artmıştır. Ada’nın stratejik konumu nedeni ile bölgeye hakim olan güçlerin Kıbrıs’a da sahip olmak istediklerini ve hatta “zorunda kaldıklarını” biliyoruz zaten… Fenikelilerden Roma’ya, Osmanlı’dan Büyük Britanya’ya kadar binlerce yıllık tarihinde Kıbrıs bunu yaşamıştır. Kıbrıslılar, adaya hakim olana uyum konusunda eşsiz özelliklere sahiptirler. Yakın sayılan tarihteki “linobambakiliğimiz” bunu yeterince kanıtlıyor.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tutturamadığımızı, halka bu çatı altında yeterli hizmeti sunamadığımızı ve kendimizi dünyaya kabul ettiremediğimizi düşünenler şimdi ismimizi değiştirip sahneye başka isimle çıkalım diyorlar galiba… “Ayşecik olamadık, Fatmacık olalım ki belki yuttururuz” diye düşündüklerini anlıyorum…
Kuzey Kıbrıs’taki iktidar odakları Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınması gerektiğini söyleyip duruyorlardı. Cumhurbaşkanı Tatar, Rum tarafı ile müzakere etmeyi bırakın, Guterres ile birlikte üçlü bir görüşme yapılabilmesi için bile “egemen eşitliğin peşinen kabul edilmesini”, başka bir değişle KKTC’nin tanınırmış gibi yapılmasını şart koşuyordu. New York’tan böyle üçlü bir görüşme yapılmadan dönülmesini bile göze almıştı. Şimdi, “yeni ismimizi onaylamazsanız sizinle görüşemeyiz” demeye hazırlanıyor olmalıdır.
Bir yerlerden vahi mi indi bilemiyoruz ama bu isim tartışmasının neden Ankara’da başladığını anlamak da zor!
Bizimkiler Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanıtmak için uğraşır ve Türk Devletleri Teşkilatı’na “kendi ismimizle gözlemci üye olduk” diye övünürken Türkiye’deki koalisyonun güçlü ortağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Kıbrıs Devleti” olmamızı önerdi. “Kuzey” yok; bütün Kıbrıs var… Unutuldu sanıyorum; “Türk” yok! Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ise Annan Planı referandumundan sonra İslam Teşkilatı’nın kabul ettiği gibi “Kıbrıs Türk Devleti” olarak çağrılmamızı uygun bulmuş… “Cumhuriyet” yok; “Kuzey” yok! “Türk” unutulmamış!
Aklımıza çeşitli sorular takılıyor tabii… Vahiy yanlış adrese mi gitti; yoksa vahiy alma konusunda bir yarış mı yaşanıyor?
Bahçeli, artık bütün Kıbrıs’a ve Kıbrıs’ta yaşayan herkese sahip çıkmamızı istiyor olabilir mi? O kadar güçlendik ki, bütün Kıbrıs adına ve Kıbrıs’ta yaşayan bütün insanlar adına mı konuşacağız? Türk Devletleri Teşkilatı’na “gözlemci üyeliğimizin” onaylanıp onaylanmadığını kesin olarak bilmiyorum. Ortada farklı iddialar var ve resmi makamlar bu konuda açık vermiyor. Bahçeli gibi Turanistlerin büyük yakınlık duydukları bu teşkilat bile bizi, “Kıbrıs’ın Kuzey’ini kontrol eden bir Türk devleti” olarak gözlemciliğe tartışmasız bir şekilde kabul edememişken bütün Kıbrıs adına ortaya koyacağımız iddiaya destek çıkabilecek mi?
Fidan’ın yaklaşımı daha da ilginç… Türkiye Dışişleri Bakanı olarak Fidan, Annan Planı’na dönmemizi önermiş olabilir mi? İslam Teşkilatı, bizi Annan Planı’ndaki ismimizle gözlemci yaparken aslında kendini de korumuş ve yönelecek baskıları, “BM tarafından onaylanmış bir plandaki isimleri ile ve üstelik gözlemci olarak kabul ettik” diye savuşturma olanağını elinde tutmak istemişti. Aynı şekilde Fidan da, “Biz Kıbrıslı Türkleri Annan Planı’ndaki isimleri ve statüleri ile tanıtacağız” demeye mi getiriyor acaba? Yoksa Annan Planı’na geri mi dönüyoruz?
Çok kafa karıştırıcı bir duruma düştük… Bütün bu karışıklıklar, ortada bir “Kıbrıs politikası” olmadığını mı gösteriyor?
Bence, bırakın “bir politika olmamasını”; ortada bir “politikasızlık hali” bile yoktur. Politikasız olsak, herkesin susacağını ve konu ile ilgilenmeyeceğini düşünürüm… Ama şimdi, “her kafadan bir ses çıkması dönemine” girdik… Her bir makam sahibinin kendi politikası veya “kendini gösterme ihtiyacı” var. Buna göre bir şeyler yapıyorlar işte!
“Ağzı olan konuşuyor” diye bir söz vardır, bilirsiniz… Ama bırakın konuşsunlar. Konuşmak iyidir! Hem de çok iyi… Onlar konuştukça, farklı fikirleri olanların “konuşma hakkı” da, genişliyor. Tek bir politika olsa ve herkesin ona uyum göstermesini isteseler daha mı iyi olacaktı? Öyle olsaydı, şimdi onlara laf yetiştirmeye çalışanlar, kim bilir nerede olacaktı?