KEŞKE, “SONUNDA ERSİN KAZANIR” DİYE YAZAMASAYDIM!

0
blank

Ersin Tatar’ın seçilmesinde Türkiye’deki siyasi iradenin sahaya yansıyan görülmemiş desteği fark yaratacak derecede etkili oldu. Çıkan sonucun oluşmasında adada ve Türkiye’de çeşitli konularda nemalanmayı bekleyenler ve ideolojik dogmaları doğrultusunda güce tapanlar vardı. Bu iki grup için seçimin öznesi siyasi iradenin kimi işaret ettiğinden bağımsız, işaret edilenin yerine getirilmesiydi. Seçim sürecinde bu iki grubun yarattığı maddi ve ötekileştirici söylemin oluşturduğu çekim gücü ile oluşan “kandırılanları” da üçüncü grup olarak ekleyebilirsiniz.

Seçim sonucuna etki eden bir unsur daha vardı. Tatar hoşgörü ve makul bir Kıbrıslı Türk çizgisinde olduğu için de oy aldı. Bunu da kabul etmek lazım. Yeri geldiğinde babacan, tolerans sahibi ve demokrasiye saygılı olduğu ve olabileceği düşüncesiyle de oy aldı Ersin Tatar.

Bugüne gelecek olursak onu seçim sürecinde destekleyenler arasında en büyük hayal kırıklığı da geçen süre içerisinde geldiği pozisyonun onu daha da olgunlaştıracağına, olumsuz yönde kimyasını değiştirmiş olmasından dolayı oldu. Geldiği makamın ağırlığını içselleştiremedi. En ufak bir eleştiriden duygusal ve sert çıkışlar ile anılır olmaya başladı.

Kendi başardı bunu! Güçlü yanını zayıf karnına çevirdi.

Neticede ağzı iyi laf yapan eli kalem tutan muhalif siyaset onun güçlü olduğu bilinen noktaya bu istikametten de üzerine gelmeye başladı. Davranışları ve söylemleri ile kendi kendini besleyen bir kısır döngüye girdi. En basit konularda bile söyledikleri ile hata üstüne hata yapmaya başladı. T.C. devletinin söylemek istemediklerini kendisi inanmasa da en yüksek perdeden söyler duruma geçti. Bu yazının konusu değil ama bu siyaset görülüyor ki Rum kesiminde azınlıkta ama çözümsüzlük sürerse belki 3. bir yol mümkün olabilir mi diye düşünenlerin sesini soluğunu iyice kesti.

En son söyleyebileceğini en baştan hemen söyler duruma geldi. Rahat değil çünkü. Demokrasiye olan saygısına ters düşecek bir şekilde eleştirileri hakaret olarak görmeye başladı. Devleti yıkmak için eleştirildiğini ve bir yerde ona değil makama devlete hakaret edildiğini düşünür söyler duruma geldi.

Bunu o mu öyle düşünmeye başladı yoksa bu toksik ve demokrasi ile bağdaşmayan düşünce ona mütemadiyen Ankara’dan her vesilede üfürülmeye mi başlandı emin değilim. Bu konuda onu uyaranlara da “gel de bu durumu Türkiye’ye anlat” demeye başladı.

Bence bu son cümle seçim sürecinden itibaren kendi kazarak içine düştüğü çukuru çok net anlatıyor. Bir yerde onun ruh dünyasını da yansıtıyor.

Türkiye’nin “yeni santrafor” aramasının önüne geçmek için sertleştikçe sertleşip kraldan fazla kralcı olma derdine düştü. Siyasi iradeden başlayarak nemalananları ve güce tapanları alternatifsiz bırakma çabasıdır bu. O da çok iyi biliyor ki bu iki grubun yarattığı çekim gücü ile seçildi.

Bir şeyi daha çok iyi biliyor. Neticede Eroğlu sonrası UBP’de siyaset “dükkânın” anahtarını kim daha hızlı teslim eder yarışına dönüştü. UBP, “devremülk” sistemine dönüştü.

Artık “koçana” da “tapu” deniyor. “Tapunun” da sahibi belli olsun diye kurultay ve hükümetlerin kurulmasında yapılmayan rezalet kalmadı.

UBP’de bu yozlaşma olduğu sürece bir sonraki Cumhurbaşkanlığı seçim tarihi yaklaşırken nelerin yaşanabileceği ile ilgili Ersin Tatar’ı kanımca bunun gailesi aldı götürdü.

Hepimizin bildiği Ersin Tatar gitti söyledikleri ve davranışları ile tanımakta zorlandığımız toplumuna yabancılaşmış bir “siyasi figür” geldi.

Bu arada 27 Mart 2012’de daha Maliye Bakanıyken “sonunda Ersin kazanır” diye gerekçeleri ile ileriye yönelik ilk yazıyı yazan da bendim. Daha Ersin’in UBP genel başkanlığı iddiası ya da adaylığı ile ilgili ortada fol yok yumurta yokken. Önümüzde daha Kâşif-Küçük çekişmesi varken yazmışım.

Kendisi hatırlar mı bilmem ama beni yazının çıktığı gün teşekkür etmek için aramıştı.

Keşke yazmasaydım! Onun için iyi bir dilekte bulunmamışım.

İstanbul’da arkadaş çevresiyle yine bir yerlerde buluşur yemek yer siyaseti konuşur olurduk bu günlerde.

Bu yaz İstanbul serin ve keyifli geçiyor. Denk getirdikçe biz yine buluşup siyaset konuşuyoruz.

Ara ara kulakları çınlıyorsa Kıbrıs’ın sıcaklarının üzerinde yaratabileceği tansiyon artışından değildir. Keşke siyasete girmeseydi diye kulaklarını çınlatıyoruz.

O da aynı noktada mı acaba diye düşünür olduk. İş dünyasında büyük bir kurumun başında gündem yaratan bir rol modeli olurdu.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz