Jürgen Habermas, demokrasinin işleyiş bakımından üç modeli olduğunu ileri sürer… Bunlardan biri, “müzakereci demokrasi”dir. “Müzakerenin hukuki topluluğun az çok bilinçli bir bütünleşmesine ortam sağladığı kesinlikle varsayılır”. “Hukuki topluluk” olacaksak, bizim de müzakere yoluyla birlik sağlamaya çalışmamız lazım.
Elbette müzakere, ille de bütün konularda tam bir fikir birliğine varmakla sonuçlanmaz. Kimi zaman, farklı güçler arasındaki ayrılıkları, daha fazla ön plana çıkarır. Böyle durumlarda halk oyunun devreye girmesi beklenir. Seçimler, gerekli düzeltmeleri yapar ve sistem yoluna yeni rotasında devam eder.
MÜDAHALELER ROTAYI SAPTIRIYOR
Bir de “müdahaleli demokrasi” var.
Bizim evdeki küçük kaplumbağayı bahçeye çıkardığımızda yaptığımız müdahaleler gibi… Kaplumbağa kendine göre bir yol tutup yanımızdan uzaklaşmaya kalktığında, onu yolundan döndürecek, gözden kaybolmasını önleyecek müdahaleler yaparız. İter, kakar; kendi istediğimiz yola koyarız. Kaplumbağa olanları anlamadığı için yeniden bir yol tutturmaya gayret etse bile, müdahaleye maruz kalan “hukuki topluluk” öyle değildir. Müdahaleler onu pasifize eder, çoğu zaman düşünme ve karar verme yetisini de ortadan kaldırır.
Böyle bir mekanizma ile oluşacak yönetim, kaplumbağadan bile zavallı bir duruma düşer… Kaplumbağa yalnız kaldığında yeniden bir yol tutturmaya çalışır ama müdahaleye uğramış topluluk, yalnız bıraktığınız zaman da nereye gideceğini bilemez. Başı kesilmiş tavuk gibi çırpınır durur…
YA MÜDAHALE; YA MÜZAKERE!
Bizim demokrasimiz, tam da öyle oldu işte; başı kesilmiş tavuk!
Hiçbir şeye karar veremiyor. Meclis Başkanı seçemememiz sadece bir ayrıntıdır. Meclis başkan adaylarının kimler olacağına müzakere ile karar verilmedi ki demokratik bir seçimle belirlenebilsin!
Nasıl bir hükümet kurulacağına da müzakere ile karar verilmemişti zaten… Cumhurbaşkanı’nın ve hatta Cumhurbaşkanı adaylarının kim olacağına da…
Ortak işler için ne kadarlık bir kaynak ayrılacağına; bu kaynağın nasıl oluşturulacağına ve nasıl kullanılacağına da müzakere ile karar verilmiyor…
“Müzakerelerin açık platformu” olması gereken parlamentoda müzakere yapıldığına da tanık olmadık zaten… Orası bir “çekişme arenası”…
Yine de yaşam devam ediyor. Müdahaleli demokrasi yaşandıkca sorunların arttığına hep birlikte tanık olduk. Sanırım müdahale edenler de, davetiye çıkaranlar da, müdahaleden mutlu olanlar veya müdahaleye tepki göstererek varolmaya çalışanlar da müdahale ile bundan daha iyi sonuç elde edilemeyeceğini açıkca gördüler. Öyle olması lazım! Yaşadık ve öğrenmiş olmamız gerekir!
ŞİMDİ MÜZAKERE ZAMANI
Bu durumda, erken seçime gidip gitmeyeceğimizi; erken seçim ortamının salgın yönetiminde zaafiyet ortaya çıkarması olasılığını; salgının iyice yıprattığı ekonomik yaşam için nasıl önlemler almamız gerektiğini; erken seçimin istikrar getirmesi için yasal düzenlemelere ihtiyaç olup olmadığını ve bunlar gibi belli başlı toplum sorunlarını ille de müzakere veya istişare etmek gerekiyor.
“Türkiye, bizim varacağımız sonuçları kabul etmezse” diye endişe edenler varsa, Türkiye ile de müzakere veya iştişare etmenin yollarını bulmalıdırlar. “Türkiye öyle istiyor” diyerek siyaset yapmanın bizi getirdiği nokta belli; bunun Türkiye’nin yararına olmadığı da çok açık!
Seyla Benhabib, ortak çıkar olarak görülen şeylerin, “özgür ve eşit bireyler arasında rasyonel ve adil biçimde yürütülen kollektif müzakere süreçlerinden kaynaklanması” gerektiğini ve “Kollektif karar alma süreçleri bu modele ne kadar yaklaşırsa, meşru ve rasyonel olarak kabul edileme olasılıklarının o kadar artacağını” yazmıştır.
Biz, “meşru ve rasyonel” kabul edilecek kararlar arıyor muyuz; bilmiyorum doğrusu! Eğer arıyorsak, müdahaleyi bir kenara bırakarak müzakereye yönelmemiz gerekir.
MERAKLISINA NOT: Habermas ve Benhabib’in atıfta bulunduğum görüşlerini, “Demokrasi ve Farklılık- Siyasal Düzenin Sınırlarının Tartışmaya Açılması” isimli derleme kitapta yer alan makalelerinden aldım. Kitapta, ilgilenenlere yardımcı olacak daha bir sürü makale var.