Çalıştığım uluslararası şirkette, müdahale edilmezse geri dönüşü olmayacak bir sonuç ile karşı karşıya kalındığında işleri yoluna koyması için farklı profilde yöneticiler görevlendirildiğini gördüm. “Yapılması gereken işe göre yönetici” benim için şehir efsanesi bir deyiş değil gerçektir.
Şirkete girdiğim ilk iki yıl yegâne özelliği çalışan sayısı başta olmak üzere tüm masrafların azaltılması ve kısa vadede geri dönüşü olacak yatırımları bulup hayata geçirmek olan Genel Müdür ile çalıştım.
İri yarı, geçmişinde profesyonel Amerikan futbolu defans oyunculuğu tecrübesi de olan Genel Müdüre, Türkiye’de işler normale döndüğünde hemen ana merkeze geri alınıp başka bir ülkede benzeri bir sorumluluk için görev verdiler.
Onunla çalışmak müthiş stresli bir dönemdi.
Varlık sebebi acımasız bir disiplin ile masrafları kesmek, kurum çalışanlarına neyi niye yaptığını anlatarak ikna olalım veya olmayalım hepimizi adaletli bir şekilde fedakârlık yapmaya sürükleyerek kurumu geçilen süreçten mümkün olan en az hasarlı ve en kısa zamanda düzlüğe çıkarmaktı.
Kısa vade ile orta-uzun vade arasındaki yatırımı nasıl ayırt etmemiz gerektiğini örnekleri ile ilk ondan gördüm.
Yatırım yaparken gelir ve gider ile ilgili iyi niyetli varsayımlarınızı karar vermeden önce hep ‘ıskonto’ edin derdi. “Gerçek hayata yaklaşırsınız” diye de eklerdi.
Bu tecrübeyi çok genç yaşta ve kuruma değişim dönüşüm için taze kan olarak giren bir ekibin parçası olmamdan dolayı diğer çalışanların birçoğuna göre iş kaybetme kaygısı olmadan geçirdiğim için kendimi şanslı hissettim.
Sonrasında Türkiye’de eksik olmayan birçok kriz ortamında hep o ilk yılları referans olarak aldım.
Bizim Amerikalı Genel Müdürün hep bir yol haritası vardı. Onun liderliğinde fazla da uzun uzadıya bir tartışma ortamı yaratmadan ne yapıldığını ve niye yapıldığını anlatarak ilerliyorduk. Sihirli bir çekim gücü yaratmıştı.
Saldığı korku Kırkpınar yağlı güreş pehlivanlarını bile cüce konumuna sokan iri yapısının ötesinde kararlı olmasından kaynaklanıyorladu. Aldığı kararlar ve bu kararlarına yansıyan davranışları hoş değildi ama bir süre sonra kararlarında sürpriz olmadığını anlamıştık çünkü tutarlıydı.
Demokrat olma ilk akla gelen özelliği değildi ama yapmak istediğini anlatan, karşı görüş varsa dinleyen ve sonrasında da alınan kararın uygulanıp uygulanmadığını dini bir vecibeyi yerine getirircesine tutkuyla takip eden biriydi. Delege ettiği işleri de çok yakından takip ederdi.
O günleri birlikte yaşadığımız arkadaşlarla yıllar geçtikçe geriye dönüp baktığımızda alınan kararların doğru olduğunda hep mutabık kaldık. Onu takdir ettik ve öyle de anmaya devam ediyoruz.
O günün koşullarında gerekli olan işleri önceliklendirdi ve takipçisi olduğu hızlı kararlar ile bunları bize hayata geçirtti.
Tecrübeli olmasına rağmen yol haritasını yapmadan yola çıkmazdı.
Tecrübeliyim diyen insanın çok hata yapmış olması lazım derdi. Size herhangi biri bir konuda tecrübeliyim derse yaptığı hataları sorun ve siz de öğrenin diye eklerdi. Eğer kem küm edip bir şey söyleyemiyorsa da uzak durun dikkat edin derdi.
Onun döneminde inanılmaz mali sonuçlar elde ettik.
Onun ayrılmasından sonra iş katlanarak yıldan yıla büyüdü.
Çok daha insan odaklı ve insana yatırım yapan, uzun vadeli yatırım yapabilen, sabır etmesini bilen bir yapı onun öncesinde yaptıkları sayesinde oluştu. Bu yeni yapının temelinde onun harcı yoktu denebilir ama onun yaptıkları, zemini temeli atmak için uygun hale getirdi.
Ondan sonraki dönemde yaptıklarımızı o genel müdür yapamazdı ama hiçbir zaman onun dönemindeki verimlilik rasyolarını da yakalayamadık.
Diyeceğim o ki bir yönetici ya da siyasetçi belli bir şart ve ortam içerisinde çok iyi performans gösterebilir.
Kriz yönetimi ve bir kurumu ya da ülkeyi düzlüğe çıkarmak bambaşka yetkinlikleri devreye sokmayı gerektirir. Krizler siyaset üstü geniş kadrolar ve bu kadroları bir araya getirip liderlik yapabilecek kişiler ile aşılır. Siyasi apoletleri ve hesaplaşmaları bir kenara koyabilmeyi gerektirir.
Bizim Amerikalı Genel Müdür ayrılırken içkinin de etkisiyle olacak “iyi boksör, aynı anda iyi de bir güreşçi olur demek değildir, hangisi olduğuma siz karar verin. İyi boksör aynı anda iyi bir güreşçi olmazsa bu kötü bir şey de değildir. Her ikisinde başarılı olanlar da ayrı bir konumda olur. Kendiniz dahil etrafınızda kimin hangi konularda güçlü olduğunu bilin çünkü elinizdeki en büyük sermaye beşerî sermayedir (Human Capital)” deyip Türkiye’de misyonunun bittiğini ve problemli olduğunu duyduğumuz, pazar payı kaybedilen başka bir ülkeye gideceğini söylemişti.
Sorma imkânım olmadı ama ona görev değişikliği bilgisi verilirken söylenenden efkarlanıp ilham alıp söylediği bir şey miydi yoksa kendince içkinin de etkisi ile felsefe mi yapıyordu emin olamadım. Ama sanırım yaptığı enteresan benzetme ile kastettiği neredeyse ekonomik varlığını tehdit eden problemlerden kurtulmak için verilen mücadeleyi yönetenler ile başarı elde edildikten sonraki dönemi yönetmek durumunda olanların farklı yetkinlik ve kişiliğe sahip olmalarının normal olduğuydu. Her iki süreci başarı ile yönetenler de zaten tarihte ayrı bir yerde yer alır,
istisnadır; demeye çalıştı.
Size belki abartılı gelecek ama şimdi geriye dönüp baktığımda anlıyorum ki bilinç altında kendi adıma bu yaşadıklarımın da etkisinde Ersin Tatar’ın UBP genel başkanı ve sonra da Başbakan olmasını destekledim.
Ama o Başbakan olarak üstüne düşeni yapmadı. Yarım bıraktı. Hatta denemedi bile.
Arkasında yarım kalmış ve bilgisi tecrübesi ile kendini verse toplum için fark yaratacağı bir görevi bırakıp başka bir göreve yürüdü ya da yürütüldü.
Tatar hizmet anlamında partiler üstü kabul görecek, ileride de anılacak bir başarıyı, bir problemi çözmüş olmayı hanesine yazmadan bambaşka sebeplere dayanarak aldığı destek ile Cumhurbaşkanı seçildi. Ersin Tatar’ın bir siyasi başarısı varsa bu hizmete ya da problem çözmeye dayalı olmadı. Kısa da olsa doğru zamanda UBP Genel Başkanı olduğu için konjonktür ona denk geldi. O da o konjonktürün gereklerini yerine getiren söylemlerle gittiği yere kadar gidecek.
Bizim Amerikalı Genel Müdürün tabiriyle ne çok iyi boksör olduğunu görebildik ne de iyi güreşçi olduğundan eminiz.
Diyeceğim o ki, ‘ana merkez’ ve adada ana merkezin giderek artan kraldan kralcılara ayak uyduranlar elimizdeki sınırlı sayıdaki yetkin siyasilerin hangisini nerede görevlendireceği ile ilgili hata üstüne hata yapıyor.
Kişi bazında yaptığımız siyasi tercihlerimizin olası bedelini bir süreliğine ertelemek mümkündür ama kaçmak mümkün değildir. Ben söylemiyorum; bu, doğanın kanunudur. O bedel, aramana gerek olmadan gelir seni bulur.
Bakınız, kapıyı çalmaya başladı bile. Neredeyse iki ay oldu ortada ne hükümet ne de Başbakan var. Bu satırlar yazılırken uzatmalar oynanıyordu.
Durun bakalım, daha neler göreceğiz!
Kontrol edemediklerimizi bir kenara koyun.
Sen kendi kontrol edebileceklerini ekonomik kullanmasını bilmezsen varlığın olsa da ağırlığın havadaki tüy misali gibi en ufak esintide oradan oraya savrulur durur. Ekonomik dedim diye para puldan bahsettiğimi sanmayın. Onun kadar hatta içinden geçtiğimiz, sınandığımız süreçte ondan daha değerli olan siyasetteki beşerî sermayemizi kastettim.