İtalya’da genel seçimleri, aşırı sağcı İtalya’nın Kardeşleri Partisi (FdI) ve liderlik ettiği sağ ittifak kazandı. Kıtada hali hazırda yükselen aşırı sağ eğilimi, daha güçlü ve görünür hale geldi. Peki bu eğilim Avrupa geleceğini nasıl şekillendirecek, ülkeler arası ilişkileri neler bekliyor ve göçmenler için artık Avrupa sadece hayal mi olacak?
İtalya’da düzenlenen genel seçimleri, Giorgia Meloni liderliğindeki aşırı sağcı “İtalya’nın Kardeşleri Partisi (FdI)” ve parçası olduğu sağ ittifakı kazandı.
İtalya’nın faşist lider Benito Mussolini’den bu yana yönetime gelen “ilk aşırı sağcı” ve “ilk kadın başbakanı” olacak Meloni, Hristiyan ve muhafazakar kimliği, yabancı karşıtı politikaları savunmasıyla öne çıktı.
Avrupa’dan hem ‘endişeli’ hem ‘destekleyici’ mesajlar
İtalya’daki zafere, Macaristan Başbakanı Viktor Orban’dan, Avusturya Özgürlük Partisi, Özgürlük Partisi ve Demokrasi için Forum Partisi gibi aşırı sağcı partilerden tam destek mesajları geldi.
AB’den seçimlere yönelik verilen tepkiler ise bazı etkili parlamenterlerle sınırlı kaldı, vekiller endişe içerikli mesajlar paylaştı.
Son olarak AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, İtalya’da “işlerin zor bir yöne gitmesi durumunda, diğer sağcı hükümetler Macaristan ve Polonya örneklerinde olduğu gibi araçlara başvurabileceklerini” söyledi.
Leyen’in açıklamalarına iki ülkeden de sert tepki geldi.
İtalya sağ akımın son ve en başarılı örneği oldu
İtalya’daki sonuçlar batı dünyasını endişelendirse de AB genelinde aşırı sağ, özellikle İsveç, Fransa, Almanya, İspanya ve Avusturya’da hızla yükselmeye devam ediyor.
Peki bu süreç Avrupa Birliği’ni nasıl bir geleceğe taşıyacak.
TRT Editörü Mehmet Kancı, AB’de aşırı sağ ile başlayabilecek yeni sürece dair soruları cevapladı.
“Önce İtalya” mesajı Avrupa Birliği’nde bir parçalanma sürecini başlatabilir mi?
Mehmet Kancı’ya göre İtalya’nın tek başına bir parçalanmayı başlatması bugün için mümkün değil, İtalya’nın henüz, ama henüz, bu ekonomik kapasitesi de yok.
Ancak şunu gözden kaçırmamak lazım. Avrupa’da geçmişte de aşırı sağcı liderler ortaya çıkmıştı. AB gerek siyasi gerek ekonomik yaptırımlar yoluyla onları sindirmişti. Ancak bugün Avrupa Birliği, 5 yıl önceki siyasi ve ekonomik gücüne sahip değil.
2008 ekonomik krizi kuzey-güney ülkeleri ayrımı ortaya koymuştu. Almanya merkezli olarak kuzey ülkeleri, İspanya ve İtalya başta olmak üzere güney ülkelerini tembellik ve müsriflikle suçlamışlardı.
O tartışmadan geriye kalan gerilim zaten devam ederken Rusya-Ukrayna Savaşı’nın da beraberinde yeni bölünmeleri getirdiğini görüyoruz.
Polonya, ki Brüksel’in yaptırımlarına maruz kalan bir ülke, Baltık ve bazı Orta-Doğu Avrupa ülkelerini yanına alarak Ukrayna’ya yardım konusunda Almanya’yı ve AB’yi by-pass etti.
O bölgede potansiyel bir başka parçalanma ihtimali var. Dolayısıyla fay hattına bir de İtalya’nın eklenmesi Brüksel’in kolay kolay altından kalkabileceği bir durum değil.
“Meloni, Le Pen’i dahi gölgede bırakacak bir özelliğe sahip”
Avrupa Birliği’nin bugün siyasi ve ekonomik olarak eski gücünden uzak olmasına gelecek olursak. Önümüzdeki kış mevsimi herhalde Avrupa Birliği tarihinin en ciddi sınavı olacak. Artan enerji maliyetlerinin sosyo-ekonomik açıdan tetikleyeceği krizler, İtalya’nın ardından diğer ülkelerdeki ulusalcı, neo-faşist hareketleri daha da tetikleyebilir.
Günümüzden tam 100 yıl önce Mussolini 1922 yılının Ekim ayında iktidarı böyle bir ortamda, seçim yoluyla değil güç yoluyla elde etmişti. Meloni, bu kış mevsiminde yaşanacak olumsuzlukların faturasını Avrupa Birliği’ne keser ve bu konuda toplumsal destek de alırsa Avrupa Birliği, Roma’ya baskı uygulamakta zorlanır.
Meloni’nin kişiliği ile ilgili bir faktörü de burada belirtmek lazım. Son 50 yılda Avrupa’da çok sayıda aşırı sağcı siyasetçi ortaya çıktı. Ancak Meloni, kullandığı söylemle Marine Le Pen’i dahi gölgede bırakacak bir özelliğe sahip.
O yalnızca vatandaşı olduğu ülkenin halkına hitap etmiyor. Savunduğu değerlerle sınırları aşan, Avrupa’daki tüm muhafazakar-Katolik çevrelere ulaşabilen, benimsenen bir siyasetçi. Yakın gelecekte bu kitleler nezdinde Papa kadar popüler olursa şaşırmamak lazım.
Brexit’ten sonra sırada ITexit olabilir mi?
2016’de İngiltere’deki referandumdan bu yana çeşitli ülkeler için bu soru gündeme geliyor. Ancak şunu vurgulamak lazım. Zaten Avrupa Birliği’ne son derece gönülsüz olarak girmiş, dahası bu süreçte ortak para birimine geçişten bile imtina etmiş İngiltere’nin bu tercihindeki dinamiklerle diğer Avrupa ülkelerinin dinamiklerini benzetmek ya da mukayese etmek mümkün değil.
İngiltere, bir anlamda ada ülkesi olmasından kaynaklı olarak tarihin ve coğrafyanın kendisine çizdiği kaderi yeniden benimsedi. Yani kendi kendine yeten bir ülkenin Avrupa Birliği mekanizmasına güvenerek yoluna devam etmesi mümkün değildi.
Bir de İngiltere’nin emperyal geçmişini unutmamak lazım. İngiltere’nin 2019 yılından bu yana özellikle askeri düzeyde ABD ile farklı bir ittifak tesis ettiğini ve küresel hakimiyete oynadığını görüyoruz.
Avrupa Birliği’nin koyduğu kriterler İngiltere’nin bu tür bir role oynamasını sınırlıyordu. İtalya’nın şartları ise İngiltere’den hem farklı hem de böyle bir ayrılığı gerçekleştirmek için imkanları en azından bugün itibarıyla yetersiz.
Göçmenler için Akdeniz artık çok daha ölümcül mü olacak?
Bu soruyu tersinden sorup, bilakis daha güvenli olacak bile diyebiliriz. 2011’de başlayan Libya’daki iç savaş sürecinin öncesini hatırlayalım. Muammer Kaddafi liderliğindeki Libya uluslararası ambargo ve izolasyondan yorgun düşmüş ve yeniden uluslararası toplumun parçası olma gayreti içerisindeydi.
2000’li yılların başlangıcı ile beraber, Kaddafi Avrupa ile ilişkilerini yeniden tesis etmek için şantaja başvurdu. Libya sahillerini açarsam bütün Afrika, Avrupa’ya dolar dedi. Ardından 2011 yılında iç savaş başladıktan sonra Birleşmiş Milletler kararı olmadan Libya’yı havadan ilk kim bombaladı? Fransa.
Ve Kaddafi’nin devrilmesiyle Libya’daki merkezi yönetim de yok oldu. Irak’ta yaşanana benzer bir süreç. Sahra altı Afrika ülkelerinden Libya’nın Akdeniz kıyılarına akan göçmenlerin önünde onları durduracak hiçbir otorite kalmadı. Peki bu insanların gidebileceği neresi vardı? İtalya. Bu süreçten İtalya sadece göç nedeniyle zararlı çıkmadı. Kaddafi döneminde İtalya ile kurduğu enerji ilişkileri de yara aldı.
Şimdi Meloni hükümeti eğer Libya’da Birleşmiş Milletler kararları doğrultusunda Trablusgarp’ta kurulan meşru hükümete ve Türkiye’nin tezlerine destek verirse, Libya’da istikrarlı bir hükümet bir otorite kurulursa göçün bu rotası kapanmış olacak. Fas istikametinden İspanya ve İngiltere’yi hedef alacak rota işlemeye devam edebilir ancak en azından Orta Akdeniz bu anlamda daha güvenli bir hale gelebilir.
Meloni’nin Macron’a karşı sert bir duruşu var. İtalya-Fransa ilişkilerinde ne gibi gelişmeler beklenebilir?
Bir önceki cevapla bağlantılı olarak şunu söyleyebiliriz ki, Roma’da kendi ulus çıkarlarını daha fazla savunacak bir hükümetin varlığı gerek Kuzey Afrika’da gerek Akdeniz havzasında şu anda hakim olan statükoyu yerinden oynatabilir.
Özellikle Fransa-Yunanistan ikilisinin enerji ve askeri alana yaptığı iş birliğine karşı yeni iş birlikleri gelişebilir. Atina ve Paris yönetimlerinin Akdeniz’de diledikleri gibi at oynatmaları daha da zorlaşır. Burada İtalya ile bu iki ülkenin uzun bir geçmişe dayanan nüfuz alanı rekabetlerine dikkat çekmek lazım.
İtalya da Fransa gibi ülkede yaşayan Müslümanlara anti-demokratik yollarla baskı kurabilir mi?
İtalya’daki Müslüman nüfusun varlığı Fransa, Almanya, İngiltere ve İspanya’nın çok daha gerisinde. Yaklaşık 1 milyon 600 bin kadar.
Kamuoyu yoklamaları da İtalyan halkında Müslümanlara yönelik önyargılı yaklaşıma sahip kişilerin oranının yaklaşık yüzde 55 civarında olduğuna işaret ediyor.
İtalya’da eğer sınırların kontrolü ve göçmenlere kısıtlama gibi bir süreç başlayacaksa bu öncelikle Afrika kökenlileri hedef alacak anti-demokratik uygulamalarla kendisini gösterebilir.
Ancak tabi ki Meloni liderliğindeki “İtalya’nın Kardeşleri Partisi” içerisindeki neo-nazi eğilimli kişi ve grupların potansiyelini dikkate alacak olursak, yasalar yoluyla gündeme gelecek uygulamalardan ziyade Müslümanları ve göçmenleri sokaklarda hedef alacak şiddetin siyasi iktidardan cesaret bulması daha büyük bir olasılık.