“Filistin toprakları İsrail’in işgali altında…”
Bir günde yüzlerce defa duyduğumuz bu argüman, Filistin sorununun çözümü için “temel bir varsayım” haline geliyor. İşgal biterse, sorun da bitecek!
Benzer bir argüman Kıbrıs Rum tarafında da var: Rumlara sorarsanız Kıbrıs’ın Türkler tarafından ilk işgali 1571’de yaşandı. Sonra kurtarır gibi oldular ama 1974’ye yeni bir işgal ile sorun daha da büyüdü! Bu işgal sorunu hala devam ediyor: “Kıbrıs, Türkiye’nin işgali altında…” İşgal biterse, Kıbrıs sorunu da bitecek!
Wilders, Avrupa’nın Müslümanlar tarafından işgal edilmekte olduğunu ileri sürüyor. Anadolu da Türkler tarafından işgal edilmişti zaten… Müslümanların Avrupa’ya taşınması biterse, kendisi de İslam dostu olabilecek!
Düşünce piyasasında bütün bunların karşı argümanları da var. Kimilerine göre, Türklerin Anadolu’ya gelişi, Malazgrit savaşı ile başlamadı; daha önce Anadolu’da yaşamış olan kavimler birçoğu Türk’tü! Amerika kıtasındaki yerliler de Türk’tür zaten!
Güncel bir sorun olduğu için Filistin’in işgal altında olduğunu her duyduğumda düşünceye dalıyor, tarih bilgimi sınamaya çalışıyorum: Bu işgal 1948-49’da mı; yoksa 1967’de mi başladı? Bazıları, Filistin Arap devleti için 1967 sınırlarının esas alınması gerektiğinden söz ediyor; bazıları İsrail devletinin yok edilmesinden… Filistin’in neresi işgal altındadır; neresi değildir? İsrail’e ayırdıkları bir toprak var mı; yok mu?
Dinci Yahudiler, bu sorulara yanıt olarak Filistin’in hiçbir zaman Arap olmadığını ileri süren açıklamalar yapıyor. Onlara göre, Filistin toprakları 3000 yıl önceden beri Yahudilere aittir. Bu toprakların kendilerine “tanrıları tarafından vaat edildiğini” ifade ederek saldırganlıklarına “haklılık” veya “tarihsel temel” kazandırmaya çalışıyorlar.
Gazze’de olanları izlemeye çalışırken çocuklarını kaybeden annelerin veya sokakta oynaması gereken çocukların ölümlere aldırmadan savaşmaktan söz eden videolar kaydetmeleri, insanın tüylerini diken diken ediyor. Tanrıları veya “tarihsel haklılıkları” için çocuklarını kaybetmeyi bile göze alıyorlar.
Eskiden savaşların “haklı” ve “haksız” olarak ayrılabileceğini düşünürdüm. Halkı savaşlar, yurdu işgal edilen insanların işgalciye karşı sürdürdükleri savaşlar olarak tanımlanabilir. Artık kuşkuluyum… Kim işgalci, kim değil; bilemiyorum!
Görüyoruz ki hiçbir toprak parçası tam olarak kavme veya topluluğa ait olmamış… Aslında bugünkü duygularımız ile sınırlarını belirlediğimiz toplulukların geçmişte aynı şekilde var olmadıklarını da biliyoruz. Türkler kimlermiş; nereden gelmişiz? “Türk” diyoruz da, bize ne zamandan beri “Türk” dendiğini bile tam olarak saptayamıyoruz.
Tarihe meraklıyım ama tarihin derinlerine dalıp bugünkü savaşları haklı veya haksız göstermeye kalkışmak, bugünleri savaşarak geçirmekte olduğumuz yetmezmiş gibi çocuklarımızı tehlikeye atarak onları “savaşçı birer militan” olarak yetiştirmeye de yol açıyor.
Aslında hayalini kurmamız gereken şey, her ülkenin doğal sınırları içinde yaşayan insanların yurttaşlık haklarından eşit olarak yararlanacakları “demokratik devletler” kurulması olmalıdır ama böyle bir ideal için uğraşmak şimdiki durumda tam anlamı ile “ham bir hayaldir”. Nehirden denize kadar olan bütün Filistin’de tek bir devlet oluşturmaya kalkarsanız bu sorunu bitirebilir misiniz? Yoksa kendilerine Yahudi diyenler ile Filistinli diyenler bu devleti de yiyip bitirirler herhalde… Onların savaşmak için yeterli nedenleri vardır… Onlar, böyle bir devletin yurttaşları olarak birlikte yaşamanın hayalini kurmak yerine, tanrılarına nasıl hizmet edeceklerinin ve cennette ne gibi bir yer kapacaklarının peşinde koşuyorlar.
Bütün Kıbrıs, basit ve demokratik bir devlet olsa sorun çözümlenebilir mi? Yoksa biz de birbirimizi yemeye devam mı ederiz?
Bize ait olduğunu düşündüğümüz şeyler hakkında da kuşku duymamız gerekiyor. Başkalarını “işgalci” bizi “ev sahibi” gösteren bakış açımız, dünyayı cehenneme çeviriyor. Bize ait olduğunu düşündüğümüz şeyleri başkaları ile paylaşmaya açık olsak, dünyanın biraz daha iyi yaşanabilir bir yere dönüşeceği açıktır. Bugünün kavgalarını bir kenara bırakarak ve hatta “insanlığımızı unutarak” biraz olsun “hayvan gibi” yaşamaya çalışsak; kültürel değerlerimizin kurbanları olmak yerine bu değerleri de dönüştürerek tek bir dünya düzenine hazırlansak daha mutlu olacağımız da kesindir.
Dünyanın kimsemize ait olmadığını, hepimiz için “geçici bir konak” olduğunu düşünerek yeni bir başlangıç yapabilsek bugün yaşamakta olduğumuz dünya kadar sorundan da kurtulmuş olacağız.