Küstah mıyız; yoksa kibirli mi?
Osmanlı İmparatorluğu’nu yeniden canlandırmanın hayallerini kurup üçüncü veya beşinci sınıf yurttaş durumuna düşüp bürokrasiyi Rum veya Ermeni kökenli yurttaşlara terk etmek isteyen var mı; yok mu?
Türkün Türkten başka dostu olamayacağına inanalar çoğaldı sanırım ama Turan dedikleri hayali devletten giderek daha az söz ediyorlar. Özellikle Orta Asya’daki Turki topluluklarla neredeyse hiç ilgilenmiyorlar. Türkleri birleştirmeyi hala daha düşünebiliyorlar mı?
Bu sorulara yanıt veremiyoruz ama Anastasiadis bizi, Avrupa Birliği yurttaşı sayılan 97 bin Kıbrıslı Türkü, kendisine katılarak Türkiye’den kopmaya çağırabiliyor. Bizi temsil edenleri “Osmanlı İmparatorluğunu canlandırma hayali peşinde koşmakla” suçlarken, bize de “Size pasaport verdim; siz değil ben konuşacağım” diyebiliyor.
Bu konuşmaları yaparken bazı varsayımlara dayanmış olmalıdır. Tarihimizden nefret ettiğimizi ve bu düzende “Türk” olarak yaşamaktan bıktığımızı düşünüyor herhalde. Adımız “paragöze” de çıktı ya; euro cinsinden para ile maaş almak için herşeye razı olacağımızı da düşünüyor da olabilir.
HAKARET YAĞMURU!
İster “küstah”; ister “kibirli”; ister “tembel”; isterse “korkak” desinler; fark etmiyor… Hakaret, hakarettir!
Yıllarca, biri çıksın da Kıbrıslı Türklerin varoluş mücadelesini anlatan etkili bir film veya dizi yapsın diye bekledik; karşımıza “Bir Zamanlar Kıbrıs” gibi hakaretamiz bir sonuç çıktı.
Yıllarca, bu Kıbrıslı Rumların arasından Annan Planı gibi bir çözüme “evet” diyebilecek bir lider çıksın diye umutlandık; çıka çıka Anastasiadis gibi ne yaptığını bilmez biri peydah oldu.
Son zamanlarda Kıbrıslı Türklerin en önemli sorunu belki de budur: Hakir görülmek; hakarete uğramak!
Ve gerektiği gibi yanıt verememek!
BİR YANIT GEREKİR
Hakaret aslında sahibine aittir. Aşağılanan, küçük görülmesi gereken hakaret edilen değil; edendir!
Hakaret edenlerin çok fazla dikkate alınmasının veya aynı şekilde yanıt vermeye kalkışılmasının “doğru bir hareket” olmadığını düşünüyorum. Kişisel hayatta bunu uygulamak hiç de zor olmuyor üstelik. Güler geçersiniz; konu kapanır! Biraz aklı olan utanır; olmayan kendini rezil etmeyi sürdürür.
Ama sıra toplum yaşamına gelince işin rengi değişiyor… Kitleler, hakarete uğramayı geçiştirenleri sevmiyorlar.
Zaten burada da böyle oluyor. Farklı yerlerden gelen hakaretlere yanıt yetiştirenler farklılık gösteriyor olsa bile, yanıt vermekte geç kalındıı da söylenemez. Ama sözle, hakarete neredeyse hakaretle yanıt vermeyi yeterli sayıyoruz.
Oysa yetmez! Hakaret edilmeyi umursamamayı şiddetle tavsiye eden benim gibi biri için bile yaşadığımız hakaret yağmuru karşısında takındığımız tavır YETERSİZDİR!
Biri bize “küstah” veya “kibirli” mi dedi? Buna karşı gerekli tavrı göstermeli, gerçekten kibirlenmemize değecek ve onlardan gelebilecek her türlü katkının önemini azaltacak kadar başarılı olmanın yollarını bulmalıyız.
Birileri bizi küçümseyen biz TV dizisi mi yaptı? Ağlayıp sızlamak yerine istediğimiz gibi bir dizi veya film ile piyasaya çıkarak kim olduğumuzu ve ne yaptığımızı kendimiz anlatabilmeliyiz.
GÜZEL İŞLER YAPILMALI
Toplu hakarete, toplu yanıt!
Koro oluşturup onlarından daha yüksek sesle sövmekten değil; el birliği ile güzel işler yapıp kendimizi bu işlerle tanıtmaktan söz ediyorum tabii…
Şimdi bir salgın sürecinden geçiyoruz. Bütün dünyanın gözü, kimin ne yaptığında ve bu süreci nasıl yönettiğinde değil mi? Dünyanın en güzel DAYANIŞMASINI sergilesek kendimizi en iyi şekilde tanıtmış; bize hakaret etmeye çok meraklı olanlara en güzel yanıtı vermiş olmaz mıyız? Belki de geç değildir… “Hakaretlerden bıktık ve usandık” diye yakınacağımıza işe koyulmak için hiçbir zaman için “geç” değildir.