Reuters Haber Ajansı’nın Türkiye Fotoğraf Editörü ve Pulitzer ödüllü ilk ve tek Türk gazeteci Murad Sezer, Lefke Avrupa Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi tarafından düzenlenen “İletişim Günleri” etkinlik dizisinin konuğu oldu. Çevrimiçi gerçekleşen söyleşide Murad Sezer, foto muhabirliği deneyimlerini ve görüşlerini aktararak değişen dünyada değişen habercilik anlayışı üzerine önemli açıklamalar yaptı.
Kariyerine spor fotoğrafçısı olarak başlayan Murad Sezer, uzun yıllar Associated Press (AP) bünyesinde savaş fotoğrafçılığı yaptı. 2004 yılında, AP bünyesinde çalışırken gittiği Felluci’de çektiği fotoğraf ile Pulitzer ödülü kazanan Sezer, “savaş muhabirliğinde, savaşa gidip o felaketi fotoğraflayacağım, tüm dünya bunları görecek, farkındalık yaratacağım diyorsunuz… Aradan 10 yıl, 20 yıl geçiyor, görüyorsunuz ki hiçbirşey değişmiyor. Bu fotoğrafçıyı umutsuzluğa, çaresizliğe, yorgunluğa, isyana itiyor” diye konuştu.
“Foto muhabirliği sadece fotoğraf çekmek değildir, hikâyeyi bilmek gerekir”
LAÜ İletişim Fakültesi’nin İletişim Günleri kapsamında düzenlediği etkinlikte sözlerine; haber fotoğrafçılığının gazeteciliğin en zor bölümü olduğunu belirterek başlayan Murad Sezer, muhabir açısından, haberi yazan açısından kaçan anın ya da gidilmeyen haberin telafisi, haberleştirilmesi, hikayeleştirilmesi mümkünken foto muhabirinin doğru yerde, doğru zamanda olmamasının ve o anı kaçırmasının telafisi olmadığını vurguladı.
Sezer, fotoğraf ve foto muhabirliğinin önemiyle ilgili olarak şöyle dedi: “Hiçbir zaman, yani bir filmdeki veya videodaki gibi geri sarma ve o anı tekrar yaşatma imkanı yok. İnsanlara o özel anları yaşatan sizsiniz, yani fotomuhabirleri. O yüzden siz yakaladınız yakaladınız, yakalayamadınız maalesef iş işten geçmiş oluyor. O yüzden bir foto muhabiri devamlı tetikte olan, haberi iyi koklayabilen, iyi takip edebilen birisi olmalı ki özel anları kaçırmasın.”
“Gitmeden çalışmakta, nereye ne için gittiğini bilmekte fayda var”
30 yılı aşkın süredir haber fotoğrafçılığı yaptığını kaydeden Sezer, “ama hala bir işe giderken bir habere giderken – belki kişiliğimden ötürü ilk günkü heyecanımla gidiyorum ve hep bir ön hazırlık içinde gidiyorum. Çünkü ne zaman neyle karşılaşacağımız belli değil, çünkü çok bilgili, çok yetenekli bile olsanız ufak bir dalgınlık ya da teknik sorun nedeniyle başarısız olabilirsiniz, fotoğrafı kaçırabilirsiniz” dedi.
Foto muhabiri olarak gidilen olaylara hazırlanarak, önceden araştırma yapılarak gidilmesi gerektiğini vurgulayan Sezer, bunun önemine örnek olarak kendisinin de şahit olduğu bir olayı aktardı: “Mesleğe yeni başlayan gazeteci arkadaşlarda ya da önemsemeyen ya da tecrübesiz olan gazetecilerde şunu görüyoruz: arkadaş bir röportaja gidiyor ve röportaj yapacağı insanın kadın mı erkek mi olduğunu bile bilmiyor. Eski kadın sporcuyla röportaja gidiyor… Kadın çok eski sporcu, başarılı bir voleybolcu… Bir kaza sonucu ayağı ampute olmuş… Koltuk değnekleriyle geziyor, çiçek satıyor… Kadınla röportaja gidiyor, fotoğraflarını belden yukarı, portre fotoğraflarını çekiyor.. Boydan fotoğrafını çekmiyor.. Bilmiyor.. Gitmeden önce dersine çalışmamış, kadının hikayesini bilmiyor… Gitmeden çalışmakta, nereye ne için gittiğini bilmekte fayda var. Foto muhabirliği sadece fotoğraf çekmek değildir, hikayeyi bilmek gerekir. Çok bilinen bir kişiye giderken bile bilinmeyen, daha önce çalışılmamış noktaları bulmak gerekir.”
“Eskiden fotomuhabirleri çanta gibiydi… Oysa haberin asıl unsurunu fotomuhabiri yaratır”
Foto muhabirliğinin geçirdiği evrimi de anlatan Murad Sezer, eskiden Türkiye’de foto muhabirlerinin muhabirin yanında göreve gönderilen, muhabirin istediği şekilde fotoğraf çeken kişi olarak görüldüğünü, bu bakışın nispeten günümüzde de devam ettiğini, buna karşın uluslararası medyada bir iş tanımı olduğunu herkesin kendi işini yaptığını belirtti.
Sezer, bu konudaki deneyimini şöyle paylaştı: “Eskiden Türkiyede bir gelenek vardı, hala da maalesef öyle… Haber şefleri, editörler “bir foto muhabiri al habere git” derlerdi… Foto muhabiri her zaman çanta gibiydi… Bence haberin asıl unsurunu yaratacak olan fotomuhabiri… Çünkü görsel, göze hitap ediyor.. Sayfalarca yazabilirsiniz, ama bir fotoğraf karesiyle o sayfalarca yazamayacağınızı anlatabilirsiniz. Foto muhabiri çok önemli ama nedense ikinci planda kaldı, bizim kuşak iyi biliyor, Türkiye’deki gazetelerde maalesef hala da öyle en iyi eğitimli olan, eli kalem tutan, sosyal çevresi olan yazar oluyor; en eğitimsizi, okumamışı foto muhabiri… Ortaokulu zar-zor bitireni babası alıp gazeteye getirip ‘bundan bir şey olmayacak bari fotomuhabiri olsun’ derdi. Böyle böyle gitti bu eziklik, eğitimsizlik… Foto muhabirleri, gittiği yerde, muhabir ne söylüyorsa onu çeken bir kuşak oluştu. Foto muhabiri kendisi gitsin, kendisi bir şey yaratsın, oradan haber çıkarsın istenmezdi, sevilmezdi de…”
Sezer, Türkiye’deki bu eğilime karşılık uluslararası medyada her görev için bir iş tanımı olduğunu ve herkesin kendi işini yaptığını belirtti. Sezer, şimdiki zamanda her haber için görsel malzeme ve video da talep edildiğini ve bunun da foto muhabirlerinin önemini artırırken işlerini de “çok zorlaştırdığını” vurguladı.
“Pulitzer ödülü kazanmam motive eden, güzel bir anıydı”
2004 yılında Irak Felluce’de çektiği fotoğraf ile “Breaking News Photography” dalında Pulitzer kazanan Murad Sezer, fotoğrafın çekim hikâyesi ve kazandığı ödülün hayatını nasıl etkilediği ile ilgili gelen bir soruya, “başarıydı ama aynı zamanda büyük de sorumluluk… O andan itibaren işimi takip etmede ya da hata yapmada özrüm, istisnai durumum yoktu” dedi.
“Tabii ki büyük başarı, büyük mutluluk ama bir ödülle yaşamamalısınız, aksi takdirde bu meslek hayatınızın sonu olur. Bir hatanızda, fotoğrafı çekemediğinizde özrünüz yok, bu ödülü almıştı diye kimse mazur görmez sizi. Hergün yeni bir gün. Hayatın verimli devamı için unutmanız gerekir. Aksi takdire iş beğenmezsiniz, insanları beğenmezsiniz; yok olursunuz. Yine iyi çekmelisiniz. Kötü footograf çekme lüksüm kalmadı. Kimse sizi mazur görmez, o Pulitzer kazandı demez” diye konuşan Sezer, bir soru üzerine Pulitzer ödülünü kazandığı fotoğrafın yaşamını nasıl etkilediğini de anlatarak, “başarıydı ama aynı zamanda büyük de sorumluluktu. Kariyerinizin sonu değil ama yeni bir bölüm. O andan itibaren herhangi bir özrüm, istisnai durumum yoktu; işi takip etmede ya da bir hata yapmada. Bunu sanki her zaman yapıyormuş gibi davranmanız gerekiyor. Aksi taktirde disiplininizi kaybedersiniz. Hayatıma, kariyerime bunsuz devam etmem gerekiyordu. Evet, cv’imde bulunuyor ama bu kadar! Beni motive eder ama o kadar! Güzel bir anıydı” dedi.