Pandemi günlerinde, grev yapılarak “hak alınan” başka bir ülke var mı; bilmiyorum! Her gün, onlarca haberi, çok farklı kaynaklardan okumaya çalışıyorum; hiçbirinde böyle bir habere rastlamadım! Bu bakımdan KKTC, enteresan bir örnek oldu ve üzerinde durulmayı hak eder hale geldi.
Bu grevlerden ilki sağlık servislerindeydi: Tıp-İş, grev olup olmadığı bile belli olmayan bir eylem gerçekleştirdi; doktorlar hastalara bakmayı reddettiler ve bir ayın sonunda Sağlık Bakanı Ünal Üstel, “beş yılda halledilemeyen sorunu çözdüklerini” duyurarak eylemi sona erdirdi. Eylem sona erdi ama ben hastalar bakımından değişen bir şeyin olduğuna emin değilim. Evlerden ceset toplamaya devam edeceğimizi düşünüyorum!
Ardından elektrik grevini yaşadık: Kıb-Tek’te “yolsuzluk var mı; yok mu” diye başlayan tartışma, halkın elektriksiz bırakılması tehdidi demek olan greve kadar uzandı. Erhan Arıklı ve arkadaşları kolay pes ettiler. Tıp-İş eylemi kadar uzun sürmedi ve grev başlamadan bitti. Elektrik düzeni, olduğu gibi devam edecek!
Şimdi de kamu çalışanları greve hazırlanıyor: Sendika başkanı, herhangi bir gerekçe göstermek yerine, üyelerini “güçlerini göstermeye” davet etti: “Umarım hakkımızı almak için elimizi masaya vurduğumuz anda 3 bin üyesi olan Kamu-İş’ten 500 kişi orada olmayız. Haklarımıza sahip çıkarız.”
GÜCÜNÜ GÖSTER, HAKKINI AL!
Kamu-İş başkanının durumu çok güzel özetlediğine inanıyorum: “Kamu-İş olarak en geniş katılımla sokağa çıkar, kendilerini oturdukları koltukta sallarsak, taleplerimize kulaklarını tıkamalarına imkan kalmayacaktır.”
KKTC’yi diğer ülkelerden ayıran işte budur: Siyasilerin koltuklarını şöyle bir sallayacaksın; yeni haklar kazanacaksın!
Korkutabilmek lazım… KKTC, siyasileri korkutma kapasitesi olanların herşeyi yaptırabildiği bir ülke haline geldi!
Bu arada, “korktuk ve yaptık” numarası yapanların bekledikleri de, arada bir “korkutulmak” mı, diye kuşku duymak gerekiyor. Böylece, “beş yıldır çözülemeyen sorunları çözmüş oluyor” veya “yolsuzluğun bir parçası olmakla suçladıkları” ile mücadele etmemek sorumluluğundan kurtulma olanağını buluyorlar.
Bu hengamede ezilen, korkutma kapasitesi olmadan “sadece ve sadece yurttaş” olmaya çalışanlar oluyor.
GREVLERİN HEDEFİ
Sıradan bir ülkede, grev dediğiniz şey, patronlara karşı yapılır. Patronun verdiği on kuruşluk ücret yetersiz bulunur ve 15 kuruş talep edilerek greve gidilir. Talep çok somuttur; amaç ise hane halkının ihtiyaçlarını biraz daha iyi koşullarda sağlayabilmektir.
Patron itiraz eder: “15 kuruş verirsem batarız, fabrika kapanır, siz de işsiz kalırsınız”. Greve giden çalışanlar üzerinde büyük bir baskı oluşur. Fabrikanın kapanmasını ne patron ister; ne de işçileri… Bu karşılıklı baskı ve talepler, sonunda bir noktada buluşmak zorundadır.
Bizde “patron” niyetine hedefe alınan siyasilerdir. Siyasilerin fabrikasının kapanma olasılığı yoktur. Zaten onlar da, “hak dağıttıkça kendileri de hak alan” gibi garip bir konumdadırlar.
Aslında grev yapanlarla, hak dağıtacak olanlar aynı taraftadır. Burada, “grev” dedikleri bildiğiniz türden bir grev değildir! “Patron”, ortalarda yoktur! “Çalışan” dedikleri, “hayat boyu sürecek bir oyun” gibi bir şey; “hak arama” dedikleri ise, “başkasının hakkından alınan payı biraz daha büyütmekten” başka bir şey değildir. Zaten bu grevleri; iktidar da, muhalefet de, çalışan da, çalışmayan da alkışlarla karşılamaktadır!
Karşı tarafta kalan bir tek sıradan yurttaşlardır. Bu oyunun bedelini, sadece “yurttaş” olanlar, dükkalarında veya özel sektöre ati işyerlerinde hayatını kazanmaya çalışanlar ödemektedir.
Pandemi de göstermiştir ki; dünyada KKTC’nin eşi de, benzeri de yoktur! Tarihe “uniter” değilse bile, “ünik-unique” bir devlet olarak geçecektir!