İstanbul’a ilk geldiğimde oturduğum apartmanın önünde her Cumartesi sebze ve meyve pazarı kuruluyordu. Tezgâh açanlarla ismen tanışmasak da muhabbet ve şakalaşma zaman zaman da benim üzerimden her hafta sonu devam etti.
O günlerden aklımda kalan anekdotlardan biri sebze ve meyve satanların mallarını pazarlamak için ‘’abi oradan alma, o mal hormonlu bugün buzdolabına koy yarın sabaha vallahi büyür dolabın kapısını açar fark etmezsin sonunda dolap bozulur’’ demeleriydi.
Meyve ve sebzedeki hormonlu tarıma dikkat çekilip karşı tezgâha böyle taş atılıyordu. Diyeceksiniz bu nereden çıktı, lafı nereye bağlayacaksın?
Türkiye’deki gazetelerde, sıradan vatandaşın bir türlü anlam veremediği haberler ve iktidarın beyanatları çıkıyor.
Ekonomi büyüyor. Sanayi büyüyor. İhracat artıyor.
Vatandaş bu büyümeyi bir türlü anlayamıyor.
Çoğunun emekli maaşı, eğer eş dost, yetişmiş iş güç sahibi çocuklar falan imdada yetişmezse, imkânsız yetmiyor. Buna bir de “ev genci” diye yeni kavram eklendi. Emekli olup hali vakti yerinde olan anne ve babalar emeklilik hayallerine ara verip işsiz üniversite mezunu çocuklarını umutsuzluğa kurban vermemek için büyük bir mücadele içine girdiler.
Tanıdığım alnının teriyle çalışanların anlattıklarından, onların da bin bir sıkıntı ve kredi kartı desteğiyle yaşadıklarını öğreniyorum. Artık yolda sokakta düzgün görünümlü üstü başı temiz giyimli insanlar para değil gram ile yiyecek dileniyor.
Peki, hükümete göre bu ekonomi nasıl büyüyor ve iyiye gidiyor?
Turizmden elde edilen gelirin yere çakıldığından pek bahis yok.
Halbuki yıllarca plansız ve teşviklerle yapılan turistik tesisler büyümeye yansıdı ama beş parasız beleşçi turistini çekti. Devalüasyonun da etkisiyle Türkiye ucuz turist memleketi olmaktan medet umar durumda. Hatta bir iddia odur ki ikide birde faizi düşüreceğiz diye bile bile beyanat verip TL’nin değerini düşürmelerinin bir sebebi de bu!
Sanayide ise yerli üretimin ithalata bağımlılığı hat safhaya yükseldi. Yurtdışından kredi olarak gelen paranın ölçüsüz bir şekilde betona yatırılması övünç kaynağı oldu. Beton ekonomisinin üzerine gelecek inşa edilmez olsa olsa bir yerden bir yere daha hızlı gidilmesi hesapsız bir şekilde sağlanır. Betona dayalı ekonomi Türkiye’yi kur hareketlerine hassas bir noktaya ulaştıracak diye yapılan uyarılara 3-5 müteahhit ihya edilecek diye kulak tıkandı. Bunun sonucunda bugün artık en hafif olumsuz bir haberin kur üzerindeki etkisini hemen hisseder olduk.
Diğer taraftan sanayide ise yerli üretimin ithalata bağımlılığı hat safhaya yükseldi. Hatırlayın iki yıl öncesine kadar tüm kanallarda yayınlanan reklam filminde, anlı şanlı iş adamları makinelerinin “tıkır tıkır” çalıştığını, onları seyreden halka neredeyse yağ çekercesine hükümet adına söylüyordular.
Makineler “tıkır tıkır” çalışıyor ama dışarıdan alınan hammadde ve ara mallarla. Makineler Çinli ve Avrupalı hammadde ve ara mal üreticilerine çalışıyor. Otomobil üretiliyor ama üretimin yüzde 80’i ithal malzemeyle yapılıyor. Üretim değil “Montaj sanayi” aslında bunun doğru adı. Türkiye’nin ekonomisi nam olsun, kâr olmasın abi ekonomisi olmuş.
Ekonomi insan davranışlarına dayalı bir ilim dalı olduğu kadar matematik ilmini de içinde barındırır. Bundan dolayı ekonomik gerçekler bir süre ertelenebilir ama bir noktada çizgiyi çekip dört işlem yapıldığında sonuç kaçınılmazdır. Türkiye ekonomisi bugün bunu yaşıyor.
Bankacılık sektörünün yaklaşık yüzde 40’i yabancılara geçti. Bu şartlar altında, 700-800 milyar dolar dolayında ‘’milli’’ gelir var diye övünülüyor.
Türkiye büyüyor, ama yine de kredi notu yatırım kategorisinin altında ve hala da düşmeye meyilli. Aynı havuzdan para çekmeye çalıştığımız gelişmekte olan piyasa ekonomilerinin en altında. Türkiye’nin uluslararası piyasalardaki risk algısı ortada.
Bunları da biri anlatsa ya.
Hükümet ne diyor?
Halkın anlayacağı dilden hesaplarla şehir efsaneleri yaratılıyor.
İktidarın siyasi başarısının temeli de seçilmiş konularda basite indirgenen mesajları verme yetkinliğinde saklı.
Ne deniyor mesela?
“2002’de asgari ücretle alınan yumurta ve simitten şimdiki asgari ücretle daha fazla yumurta ve simit alınabiliyor!”
Hep beraber yumurta simit yiyip, karnınızı doyurun deniliyor.
Anlayacağınız bu iktidar yalnızca Kıbrıs Türküyle değil kendi halkıyla da uzunca bir süredir dalgasını geçiyor. Yol masrafları, diğer yiyecekler, çocukların okul masrafları, yumurta ile değiş tokuş yapılarak halledilmiyor.
O işler paranın icadından önceydi diyebilen de pek yok.
Ama ekonomi büyüyor.
Nasıl büyüyor?
Bizim pazarcıların hormonlu kabakları ve hıyarları gibi.
Artık ekonomide ve sosyal hayatın her evresinde ayan beyan ortaya çıkmış sorunları, ötekileştirilmiş üç beş gazete ve siyasetçi dışında yakın zamana kadar dert edip düşünen sorgulayan ya da soran yoktu. Olduğu kadar olmadığı kader diye özetlenecek bir ekonomi yönetimine indirgenmiş durumda ülke.
Diyeceksiniz bir Kıbrıslı Türk olarak sana ne Türkiye’nin ekonomisinden.
Anlatayım.
Ayıptır söylemesi son 10 yılda nasıl olduysa denk geldi 2 kez Gelir Vergisi sıralamasında İstanbul’da kayıtlı olduğum vergi dairesinde sıralamaya girdim.
Sarı zarf içinde ilk gelen TC damgalı mektubu arkadaş şakası sandıydım ama baktım ikinci bir mesaj ile ciddi ciddi davet edip kek ile limonata ikram edeceklerine yönelik davetiye gönderdiler. Elimi sıkıp öpüp sertifika da verdiler. İyi mi? Dayanamadım plaketi alırken “devlet beni öptü” diyebilir miyim diye de boş geçmedim. Vergi dairesi müdürüyle gülüştük. Dedim 20 Temmuz’da çocuktum ama çok net hatırlıyorum. Üstüne bir de bu plaket fazla geldi! Helal olsun daha ne diyeyim dedim. Takdir edilmek her zaman güzel ve yerinde bir uygulama. Buna lafım yok ama ne yalan söyleyeyim her aklıma geldiğinde etrafımda olup bitene de bakarak hala daha kendimi keriz gibi hissederim.
Parasını verdiğim ekonomiyle ilgili yorum yapma hakkını da bundan dolayı kendimde görüyorum. Gerekçem bu.
Anlayacağınız ruh halim “ödüyorum o zaman Türkiye ekonomisi ile ilgili yorum yapabilirim” kıvamında.
Hep onlar mı bizimle ilgili yorum yapacaklar. Ben de onların ekonomisini yazayım dedim.
Ortaya bu yazı çıktı.
Türkiye ekonomisine bakışım özellikle son dönemlerdeki TC hükümetlerinin KKTC’ye bakış açısı ile ayni noktada.
Nedir o bakış açısı?
“Türk ekonomisinin gidişatında stratejik çıkarım var çünkü ödediğim vergilerle katkı yapıyorum. Bundan dolayı parasını verdiğim ekonomiyle ilgili de söz söyleme ve yorum yapma hakkım var.”
Ben başkasının yaptığı gibi ‘besleme’ demeyip ‘geri besleme’ yapma hakkımı kullandım.