2’nci Cumhurbaşkanı Talat, “iki ayrı devlet siyasetinin altı boştur” demiş… 5’nci Cumhurbaşkanı Tatar, Talat’a şehirler verdiğimizi hatırlatarak cevap vermiş. Oysa bizatihi Tatar’ın kendisi, Rum tarafının resmi haber ajansı Kıbrıs Haber Ajansı’na, iki devletliliği kabul ettirmeye çalıştığı uluslararası toplumdaki durumu çarpıcı şekilde özetlemeyi başarmıştı: “Uluslararası toplumda sıkıntılarımız olabilir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları var orda duruyor ve bunlar etkiliyor ve Avrupa Birliği dediğiniz elbette güçlü bir blok ama bunun içerisinde Yunanistan var Güney Kıbrıs Rum yönetimi var…”
Bir federasyon mu, iki devletlilik mi tartışmasıdır devam ediyor. Yarın federal çözüm olabilir ama biz istemediğimizden olamayacak veya biz istediğimiz için “iki devletli çözüm” olacakmış gibi havalar yaratılıyor.
İçimden, “bu kadar endişelenmeyin” demek geliyor. “Biz inşa etmeyi beceremedikten sonra ne federasyon olur ne de iki devletli çözüm.” Şimdiki durumda, bizim buna ne niyetimiz var ne de becerimiz yeter.
Birleşmiş Milletler Örgütü Güvenlik Konseyi ve çeşitli AB organlarının Kıbrıs sorununa ilişkin kararları zaten vardı ama son haftalarda bunları tazelediler. Şimdiye kadar olan tutumlarını tekrarladılar ve Kıbrıs sorununun “iki toplumlu, iki bölgeli ve siyasal eşitliğe dayalı federal devlet” esasına göre çözümlenmesi görüşünü yeniden vurguladılar. Onlar istemedikleri sürece “iki devleti” kimseye kabul ettiremezsiniz… Azerbaycan’a bile… Yaşadık ve gördük!
Bunu bilen iki devletçiler, federal çözüm yanlıları ile polemiğe girdikleri zaman “Rumlarla anlaşın da görelim!” diye meydan okuyorlar. 2004 referandumunun sonucunu bu amaçla kullanmaya çalışıyorlar. Rum tarafının Kıbrıslı Türklerin arzuladığı ve aradığı türden bir “federal çözüm” istemediğini biliyorlar ve durmadan tekrarlıyorlar.
Federal çözümcülerin de kozları vardır tabii… Zamanın Rum lideri Anastasiadis’in Crans Montana sürecini çökertmek için “iki devleti kabul edebileceği” mesajlarını verdiği günler geçti. Federal çözümü kabule yanaşmayan Kıbrıs Rum tarafının iki devletli çözümü kabul etmeyeceğini söylemelerine bile gerek kalmadı.
Belki de iki taraf da haklıdır: Uluslararası güç dengesi engellediği için iki devletli çözüm olmayacak. Kıbrıs Rum tarafı halinden memnun olduğu için de bizim aradığımız türden bir federal çözüme yanaşmayacak. İkisi de olmayacak!
Bu durumda bizim, politikamızı belirlerken başvurmamız gereken parametre, savunduğumuz tezin gerçekleşebilir olup olmadığından çok, bu tezi savunmanın bize sağlayacağı olanaklar olmalıdır. BM Güvenlik Konseyi kararlarını, Türk devletleri de dahil olmak üzere bütün dünya kararlı bir şekilde sahiplenmiş ve Avrupa Birliği zaten üyesi durumuna gelmiş olan Rum tarafının yönlendirmesini kabullenmiş iken soruna çözüm arayışlarının başlamasını “iki devletliliğin peşinen kabulüne” bağlamak, peşinen oyun dışı kalmak, dış dünya ile ilişkisiz duruma düşmek sonucunu doğurmuştur.
Erdoğan “elini taşın altına koymaktan” söz etmek zorunluluğunu, tam da bu nedenle hissetmiş olmalıdır. Yeniden oyuna girmeye çalışıyor. Konuşmak istiyor… Konuşurken Kıbrıs sorununu çözmek kadar başka ihtiyaçlarını da gündeme taşımak istiyor. Şimdiki gerçek ihtiyaç da budur zaten!
Eğer tartışacaksak, tartışma hakkımız varsa; bizim tartışmamız da, Kıbrıs Türk tarafının uluslararası ilişkilerini geliştirmek için nasıl bir çözümü savunması gerektiği eksenine oturmalıdır. Bize başka güçlerle ilişki kurma ve hatta Türki devletlerle ilişkileri geliştirme olanağı verecek olan tutum, BM kararlarında belirlenmiş olan çerçeveye dayanan bir çözümü savunmaktır. Yok eğer dış dünya ile ilişki kurmak istemiyorsak, bugünkü halimizden memnunsak bugünkü politikayı zerre kadar değiştirmeye gerek yoktur!
Konu bu kadar basittir!