Dr. Mete Feridun’a göre KKTC’nin kendi parasını basması hiç de zor değil. Bunun için “güvenilir ve istikrarlı bir devlet” olmak yeter.
Bankacı Dr. Mete Feridun, Vekıbrıs’ın sorularına verdiği yanıtlarda, KKTC parasının basılabilmesinin teknik olarak mümkün olduğunu belirtti. Siyasi zorlukları dikkate almadığımız zaman KKTC parası basmanın önündeki en büyük zorluğun bağımsız bir merkez bankası oluşturmak ve KKTC’yi “güvenilir ve istikrarlı bir devlet” haline getirmek olarak ortaya çıkıyor.
Dr. Mete Feridun, bu konuda şunları söylüyor:
KKTC’nin kendi parasını çıkarması ve en azından KKTC içinde bu parayı kullanabilmesi için hangi koşulların yerine gelmesi gerekiyor?
Realitede, KKTC’nin kendi parasını basması ancak bağımsız ve siyasi yönden güvenilir ve istikrarlı bir devlet olmasına bağlıdır, çünkü bir paranın kullanımının benimsenmesi ancak o parayı basan otoritenin kredibilitesinin yüksek olmasına bağlıdır. Mevcut durumda KKTC devleti kendi parasını bassa bile bu paranın kullanımı ancak düşük miktarlı günlük işlemlerle sınırlı kalacaktır. Ne vatandaşların birikimlerini bu para cinsinden değerlendirmesi olasıdır ne de kira, emlak, taşıt, okul ücreti gibi yüksek miktarlı kalemlerin fiyatlamalarının bu para cinsinden gerçekleştirilmesi olasıdır. Bizim şu an için kendi paramızı basacak ve yönetecek teknik bilgi ve tecrübeye, siyasi disipline ve kredibilitesi yüksek bir devlete sahip olup olmadığımız iyi değerlendirilmelidir. Çünkü günün sonunda kendi para politikamızı yönetemememiz ve özellikle para politikası-mali politika dengesini kuramamamız halinde büyük bir enflasyon tehlikesiyle ve dolayısıyla mevcut durumdan çok daha büyük ekonomik krizlerle karşılaşacağımız aşikardır.
Ancak son dönemde gündeme gelen devlet tahvil ihracı konusu dikkate alınacak olursa, eğer devletimizde tahvil ihraç edecek ve tahvil piyasası oluşturabilecek kredibilite ve irade varsa kendi paramızı basabilmeliyiz. Bu olmasa dahi özellikle federal yapıya sahip birçok ülkede, kısa vadeli yerel harcamaları karşılamak için sıfır faizli tahviller kullanılmaktadır. Bizim de federal ülkelerdeki yerel yönetimler gibi kendimize ait bağımsız bir paramız olmamasına rağmen, bu yolu izleyerek kısa vadeli bir çözüm yaratabilmemiz mümkündür. Adına her ne sebeple olursa olsun para demesek de, bu faizsiz tahvil bir paranın temel fonksiyonlarını geçici bir süreliğine yerine getirebilecektir. Devletimiz şu veya bu sebepten dolayı kendi parasını basamasa da, kısa vadeli bir borç senedi kullanıma sürmesi pek ala mümkündür.
Avrupa Birliğine üye ülkelerin kamu açıklarını finanse etmek amacıyla para basmasını yasaklayan Maastricht Antlaşması nedeniyle para sıkıntısı çekmesine rağmen kaynak yaratamayan İrlanda, 2010 yılında böyle bir borç senedi basmak suretiyle Maastricht Antlaşmasını delerek para sıkıntısına geçici bir çözüm bulabilmiştir.
2012 ve 2016 yıllarında Almanya da “Schatz” olarak bilinen 2 yıl vadeli sıfır kupon ödemeli tahvil ihraç etmiştir. Hatta geçen sene yine kupon ödemesiz 30 yıl vadeli bono ihraç etmiştir. Yani, Almanya anaparasını 2050 yılında geri ödeyeceği bu borç senedi için tahvil yatırımcılarına faiz ödemeyecektir.
Finans çevrelerinde bu biraz da esprili bir şekilde Almanya’nın kendi parasını basmaya karar verdiği ya da Alman Markına geri dönüldüğü şeklinde de yorumlanmıştır. Günün sonunda sıfır faizli tahvil veya bononun aslında paradan çok da farkı yoktur.
Bunun alışılagelmiş iç borçlanma faaliyetinden tek farkı faizsiz olması ve kısa bir süreliğine dahi olsa bir ödeme aracı olarak kabul edilmesinin zorunlu olmasının sağlanmasıdır.
Tarifini yaptığımız ama adını telafuz edemediğimiz bu faizsiz finansal araç aslında paranın ta kendisidir. Ancak söz konusu aracın sıfır faizli olması yerine enflasyona endeksli bir faiz ödemesi de düşünülebilir.
Devletin geçici olarak faiz ödemeden vatandaştan borçlanması veya bir nevi “veresiye” ödeme gerçekleştirmesi anlamına gelen bu çözüm yolu elbette ki devletin ileriki bir tarihte yeniden kaynak bularak bu araçları piyasadan çekmesini gerektirecektir.
Siyasi zorlukları bir tarafa bırakırsak, KKTC’nin kendi parasını basmasının teknik zorlukları nelerdir?
Bence teknik olarak ciddi bir sorun olmaz, sadece paranın kalpazanlığa karşı gerekli korumaya sahip olacak şekilde basılması gerekecek. Onun dışında diğer bütün “fiat” paralarda olduğu gibi devlet ben bastım artık bunu kullanacaksınız der olur biter.
Güven konusundaki en büyük endişe siyasi baskılar neticesinde ipin ucunun kaçırılarak sıkıştıkça tedavüle daha çok para sürülmesi olur ki bu enflasyona yol açar ve paranın değeri, alım gücü ve itibarı çok kısa sürede düşer. En önemli teknik nokta parayı basacak olan kurumun (merkez bankasının) tamamen özerk olması ve siyasi erkten mutlak surette bağımsız olmasıdır. Güveni sağlayacak olan budur. Tahminen Türkiye’nin de bize güvenmeyeceği noktaların başında bu gelir.
Bir diğer teknik zorluk da, bu paranın konvertıbl olmaması olacak. Bu paranın, piyasadaki günlük düşük miktarlı döviz işlemleri hariç, Türk Lirası dışında bir paraya çevirilmesi mümkün olmayacağı için çapraz kur gibi önce TL’ye sonra üçüncü bir para birimine çevrilmesi gerekecek.
Para politikasını siyasi baskılardan etkilenmeyecek teknokratların yürütmesi dışındaki zorlukların tamamen teferruat olduğunu düşünüyorum. Türkiye’nin onay verip teknik destek sağlaması halinde hiçbir zorluğu yok. Yeter ki para politikasını disiplinli ve bağımsız bir şekilde yönetebilelim.
Kıbrıs Lirası’ndan TL’ye geçildi, TL’den YTL’ye geçildi, yanıbaşımızda Rum’lar Kıbrıs Lirası’ndan euroya geçtiler, hiçbir sorun yaşanmadı. Doğru yönetilecek belli bir geçiş dönemi ile birlikte yapılması imkansız bir olay değil. Bence öğrenilmiş çaresizliğimiz nedeniyle bunu gözünde büyüten veya siyasi nedenlerle gündeme getirip tartışamayan bizleriz.
Kendi paramızı basmayı mı; yoksa Euro kullanımına yönelmeyi mi tercih edersiniz?
Bana göre en geçerli çözüm kendi paramızı basmak yerine daha istikrarlı bir para birimi olan euroya geçmektir.
Bunun dünyada örnekleri mevcuttur. Örneğin, AB üyesi olmamalarına rağmen Andora, Kosova ve Karadağ de facto olarak euro kullanmaktadır. Bu ülkelerin AB ile bu konuda herhangi resmi bir anlaşmaları mevcut değildir. Öte yandan, yine AB üyesi olmayan Monako, San Marino ve Vatikan’ın ise AB ile yapmış oldukları anlaşmalar uyarınca banknot olmasa da sınırlı miktarda sadece madeni euro basmalarına izin verilmektedir. Yapılması gereken bu ve benzeri örneklerin teknik düzeyde kapsamlı bir şekilde incelenmesi, ve gerek Güney Kıbrıs, gerekse AB ile bu konularda hem siyasi hem de teknik düzeyde görüş alış-verişinde bulunulmasıdır. AB toprağı kabul edilen Kuzey Kıbrıs’ta euroya geçilmesine yönelik bir girişimde bulunulması hiç kuşkusuz AB’den de gerekli desteği görecektir. Ancak, elbette ki bu girişimin gerek Türkiye’de gerekse KKTC’de çeşitli kesimler tarafından farklı şekile yorumlanacağı, çeşitli tepkilere yol açacağı veya suistimal edileceği kesindir. Bu konuda içte ve dışta gündeme gelebilecek siyasi zorluklar, teknik düzeyde ortaya çıkabilecek potansiyel zorlukların çok ötesindedir. Bu nedenle öncelikle Türkiye yetkilileri ile görüşülmeli ve bu adımın siyasi değil ekonomik nedenlere dayandığı izah edilmelidir. Bu, son derece yüksek siyasi irade, cesaret, diplomatik ikna kabiliyeti ve dik duruş gerektiren bir konudur. Bana göre mevcut siyasi konjonktürde bu durum açıkçası pek olası görünmemektedir.