Cumhurbaşkanı Tatar ile Dışişleri Bakanı Ertuğruloğlu, Kıbrıs uyuşmazlığının çözüm yolu olarak “yeni Türk tezi olan egemen eşitlik temelinde iki devletli çözümü” sabırla anlatmaya çalışıyorlar.
Kıbrıslı Rum lider ve arkadaşları da Amerika’dadırlar… Onlar da kendi işlerini yapmaya çalışıyorlar. Anastasiadis, son olarak Irak Cumhurbaşkanı Behram Salih ile görüştü. Ona Kıbrıs sorunundaki tutumlarının yanısıra, bölgesel sorunlar hakkındaki görüşlerini de anlattı. Anastasiadis ile Salih, Irak’ın “üçlü işbirliği” denilen ancak artık çok taraflı olmaya doğru ilerleyen sisteme katılmasını da görüşmüşler.
“Üçlü işbirliği” denilen şey, Yunanistan, Rum tarafı ve Mısır arasında Türkiye’ye karşı geliştirilen bir süreçti. Sonra buna Ürdün de katıldı. İsrail ile de ikinci bir “üçlü işbirliği” oluşturuldu. Şimdi başka ülkeler de bu işbirliklerine dahil olmaya çalışıyorlar.
Sabırla anlatılmaya çalışılan iki devletli çözüm ile üçlü işbirliklerini geliştirme çabalarının arasındaki temel fark, başkalarının da işe yarayıp yaramadıklarıdır. Üçlü işbirlikleri, katılımcı devletlerin bazı sorunlarını çözmeye yardımcı oluyor. Rum tarafı ve Yunanistan, diğer bölge devletlerinin Avrupa Birliği ile ilişkilerinin gelişmesinde öncü rolü oynamaya ve bunu onlara pazarlamaya çalışıyorlar. Al gülüm; ver gülüm!
Peki biz ne vaat ediyoruz? Hiç!
Kendimiz için “adalet ve devlet” talep ediyoruz ama muhataplarımızın yaşamını kolaylaştıracak, sorunlarının çözümüne yardımcı olacak hiçbir şey sunamıyoruz.
SUNACAK NEYİMİZ VAR?
Uluslararası ilişkiler, insanlar arasındaki ilişkilerden daha acımasızdır. İnsanlar arasındaki ilişkilerde dostluklar, akrabalıklar rol oynayabilir; aramızdaki ilişkilerde sevgi ve nefretin de özel bir önemi vardır. Uluslararası ilişkiler ise sadece ve sadece çıkara dayalıdır. Sen beni kolla; ben de seni!
Bugünkü durumda Türkiye’nin çevre ülkeleri ile çatışmaları artmıştır. Rum-Yunan tarafının ise Avrupa Birliği üyeliğinin yanısıra istikrarlı bir yönetime sahip olmaktan kaynaklanan avantajları vardır. Kıbrıs Rum tarafı, enikonu çalışan bir devlet mekanizmasına sahiptir. Üç-beş kişiyle bile olsa askeri tatbikatlara katılmakta, yangın söndürmeye koşmakta, ortak projelerde yer almaktadır. “Verecek şeyleri” vardır.
Kaldı ki, başka devletlere sunduğu şeylerden önce kendi halkına verdiği hizmetler ile bölgesel ve küresel yaşama katkıda bulunmaktadır. Ekonomik krizler yaşamış ama atlatmasını bilmiştir. Enerji krizi yaşadılar; bedelini kendileri ödediler.
Bir de kendimize bakalım…
“Tanınmış bir devlet” olsaydık ne değişecekti? Başkalarına sunacak şeylerimiz mi olacaktı; yoksa Türkiye dışından da borç veya kredi mi alacaktık?
Anlaşılan odur ki, bizim istemimiz, “bizi tanıyın ki yükümüz sadece Türkiye’nin omuzlarına kalmasın” istemidir.
Olmaz! Bu şekilde uluslararası bir aktör olamazsınız.
İŞE YARAMAZ DEVLET!
Kaldı ki KKTC devleti, sadece uluslararası aktörler açısından değil; kendi yurttaşları açısından da fonksiyonsuzdur; bir işe yaramamaktadır!
Hergün yazılıp söyleniyor: Orta eğitimi bile başamadık; 1960’lardan daha gerideyiz. Sağlıkta da öyle. Küçük ölçekli doğal afetlerle bile başa çıkamıyoruz. Yaşlılarımıza bakamıyor; gençleri koruyamıyoruz. Ada’nın Kuzeyi bir kaçakçılık merkezine dönüştü; asayişi sağlayamıyoruz! Çalışmadan kazanma peşine düştük; ekonomi denince bunu anlıyoruz!
Bütün bunlar tanınma ile mi değişecek? Tanınınca herşey düzelecek mi?
Devlet dediğimiz şey; öncelikle yurttaşlarına, daha genelde ise dünya sistemine belli hizmetler sunan bir mekanizmadır.
Biz ne sunuyoruz ki tanınma istiyoruz?
Tanınma istemeden önce bu soruyu kendi kendimize de olsa yanıtlamaya çalışmamız gerekmektedir. Sunduklarımızın pazarlaması için New York veya Brüksel’de dolaşmaya çıkmak varsın sonraya kalsın…