Hafta sonu gerçekleşecek ara seçim oylaması öncesinde siyasi kampanyalara damgasını vuran gerçekler var. Özellikle “hemşeri dernekleri” tarzı gruplaşmalar siyaseti tahakkümleri altına almış görünüyor. Bu dernekler veya gruplar ile iş görme kapasitesi olmayanlar artık aday bile olamayacak. Siyasi yaşamda söz ve etki sahibi olmak için ille de siyasi bir partide görev almak, dünya ve ülke sorunlarına ilişkin fikir sahibi olmak gerekmediğine tanıklık ediyoruz. Böyle bir grup oluşturabilirseniz, siyasetçilerin çoğunu kendinize bağımlı hale getirebilir ve onlardan bile daha fazla güç sahibi olabiliyorsunuz. Şimdilerde yaşanan Anadolu’nun belli bir bölgesinden Kuzey Kıbrıs’a göçmüş insanları bir çatı altında toplamaktır ama yakında diğer ülke yurttaşlarının siyasi faaliyetlerine de daha fazla tanık olacağız. Pakistan kökenli KKTC yurttaşları zaten başladılar…
Geçen genel seçimde çok belirgin bir şekilde ortaya çıkan bu olgu, ara seçimde de kendini gösteriyor… Üstelik bu grupların liderleri birden fazla adayla bir arada görünerek güçlerini herkese gösterecek şekilde sergiliyorlar. “Ara seçimi boş verin, siz bizi genel seçimde görün” mesajıyla gelecek genel seçime yatırım yapıyorlar: “Bana iyi bakın ki gelecek seçimde yanınızda bulabilesiniz!” Verdikleri mesaj budur ve sanırım oldukça etkili olacaktır.
Kıbrıs kökenli KKTC seçmeleri ise genellikle aile temelli oluşumlar gerçekleştiriyorlardı; son zamanlarda etkileri giderek azalmaya başladı. “Büyük bir ailedirler!” diye siyasileri peşlerine takanların etkisi daha da azalacak.
Atalarımız genellikle 6-7 kardeş, bizim kuşak ortalama olarak 4 kardeşti. Şimdilerde çocuk sayısını iki sınırlamak konusunda titiz davranıyoruz; genç aileler tek çocukla yetiniyor. “Ancak bakabiliriz” kaygısı yaşanıyor. Bütün dünyadaki eğilim de zaten budur. Geçmişte “büyük aile” diye ünlenenler, bütün kuzenleri bir araya toplayarak kendilerini adaylara veya partilere pazarlamayı başaranlardı. Böylece siyasi bir güç haline gelebilmekte ve düzenden paylarına düşeni almak karşılığında gereken desteği vermektelerdi.
Şimdilerde bunlar daha önceden konuşlandıkları partilerde “particilik” yaparak ayakta durmaya “aile çıkarlarını korumaya” çalışıyorlar. 40 yıl önce babalarına karşı ayağa kalkan ve farklı düşüncelere sahip olabilen gençlerden de eser kalmadı. Onların çocukları babalarının ayak izlerine basarak yaşlanıyorlar. Aileler partici, partiler ailevi hale geldi!
Kimi zaman buna ideoloji tozu bulandırılmış olsa da aslında yaşanan, “biz oyumuzu verelim, siz de bize hakkımızı verin” şeklinde etkili bir ama basit bir alış-veriştir. “Demokrasi” veya “seçim” dediğimiz şey işte buna indirgenmiştir. Toplumsal gelecek veya kamusal çıkar kaygısı taşımayan bireyler, çağdaş bir saplantı haline gelmiş görünen demokrasiyi kendi hayat kavgalarının basit bir aracı olarak kullanıyorlar.
Bu sadece bize özgü bir olgu değildir. Kentlerde toplaşmış ama kentlileşememiş; bireyselleşmesi halinde yaşam güvencesini kaybedeceğinden korkan ve bunun sonucu olarak “aile” veya “hemşeri” güvencesi altına sığınmak isteyen milyonlarca insan kendilerine tanınan oy verme hakkını işte böyle kullanıyorlar. Geri alınamayacağını biliyorum ama “seçme ve seçilme hakkının” bizim gibi toplumlardaki kullanılma şeklinin bu olduğu artık netlik kazanmıştır. Bunun toplumsal sorunlara çözüm üretmekten ziyade bu sorunları artırdığına ve kamusal kaynakların çarçur edilmesine neden olduğuna ise kuşku yoktur.