Erdoğan’ın “hık deyici gazetecisi” Abdülkadir Selvi, dünkü köşe yazısında Osman Kavala’nın hapiste tutulmasının Türkiye’ye ve AK Parti’ye ne yararı olduğunu sorgulamış… Yararı yok ya; bu nedenle serbest bırakılması gerektiğini savunmanın yolunu yapmaya çalışıyor.
Selvi’nin icazet almadan konuşamayacağını bildiğimize göre, sadece kendi yolunu açmadığını Erdoğan’ın Gezi Parkı tutukları konusunda “u dönüşü” yapmasının da yolunu açtığını düşünmemizde bir sakınca bulunmuyor.
Salı günkü Bakanlar Kurulu sonrasında konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bizzat kendisi ise başka bir “u dönüşünün” işaretini vermişti zaten. Türkiye’de parlamenter sisteme dönüş tartışmalarını değerlendirerek “dönmeyelim ama bugünkü sistemi iyileştirelim” şeklinde konuşan Erdoğan, “tek adam rejiminden vazgeçmenin” sinyallerini verdi diye düşünmekte de sakınca yoktur.
Avrupa Birliği ve diğer dış politika sorunlarındaki “u dönüşlerini” ekonomi politikasındaki dönüşlerin izlediğini de biliyoruz. Bu dönüşler, geç kalınmış olması nedeniyle çok keskin olacağa benziyor. Erdoğan, aynı konuşmada, kamuda tasarruftan da söz etti. Ardından diğer bakanların açıklamaları geldi. Asgari ücrete ve emekli maaşlarına zam olmayacak. KDV oranları ve diğer vergiler yükselecek. Belediyelere kaynak aktarımı duracak. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Yılmaz, dört yıl süresince seçim olmayacağına dikkat çekti ve “Tasarrufla ilgili 15 maddelik tasarruf paketi getirilmesi şeklinde bir gündemin konuşulduğuna” ilişkin soruyu “Kamuda tasarruf konusunda bir taraftan Hazine ve Maliye Bakanlığımız bir çalışma yapıyor, bir taraftan da Strateji ve Bütçe Başkanlığımız ciddi bir çalışma yürütüyor. 15 değil çok daha fazla bir madde sayısı. Bütün bunları bir yerde toparlayıp, belli bir süzgeçten geçirip uygulamaya geçeceğiz. Kamuda tasarruf bizim için çok öncelikli bir konu” diye yanıtladı.
Seçim yok; oy da istemiyorlar! Gerisini siz düşünün!
“Anası gibi danası” diyoruz ya; bütün bu değişimlerin elbette Kıbrıs’a yansımaları olacaktır.
Ne olacak, diye sorarsanız ilk anda aklıma gelebilenler şunlardır:
- AB üyeliği talep eden Türkiye, AB toprağı olarak kabul gören Kıbrıs’ta “iki ayrı devlet” istemeyi yumuşatacaktır…
- Kendisi sıkı tasarruf tedbirleri alan Türkiye, KKTC’ye bol bol para akıtmayacaktır. Sürekli olarak devlet gelirlerini artırın, harcamalarını kısın telkinlerinde bulunacak.
- Hukukun egemenliği konusunda adım atan Türkiye, buradaki hukuksuzlarla mücadeleye doğrudan karışmayacak, hukukun üstünlüğü mücadelesi verenlerin karşısına açıkça dikilemeyecektir…
Kısaca, ne kadar olabilirsek kendimiz olmak durumunda kalacağız. Vergi toplayıp harcama yapacak; yasa yapıp idare oluşturacağız. Türkiye’nin desteğini almanın siyasi yaşamdaki önemi biraz olsun azalacak.
Bakalım o zaman nasıl olacağız?