Haçlılar, Kudüs’e doğru akarken gerek Anadolu’daki Türk beylikleri, gerekse Suriye ve Filistin’deki kentlerin herbiri, Bağdat’taki Abbasi Halifesi ile Selçuklu Sultanı’ndan bağımsız olarak kendi idarelerini oluşturmuş devletçiklerdi. 1100’lü yıllarda, bu müslüman emirler, ellerindeki iktidarı korumak için birbirleri ile işbirliği yapmak yerine “Frenk” dedikleri haçlıların beyleriyle anlaşmayı tercih ediyorlardı. Haçlılar, Kudüs’e ve diğer belli başlı şehirlere bu sayede sahip olabildiler.
Musul-Halep Emiri Nureddin, savaştan kaçınmasa bile sivillere zarar vermeme, müslümanları öldürmeme, verdiği sözleri tutma ve adil olma gibi değerleri propaganda ederek hayata geçirmeye çalıştı; müslümanların birliğini sağladı ve Suriye’nin yanısıra Mısır’daki yönetimi de ele geçirdi. Onun yanında yetişen Selahaddin Eyyübi ise sadece müslüman beylerine değil, Frenklere bile iyi davrandı. Kudüs’ü zaptettiğinde, bütün katolik beylerinin ve din adamlarının küçük bir fide ödeyerek servetleri ile birlikte şehri terk etmelerine olanak verdi. Serbest kalanların toparlanacakları ve yenilmesi zor bir güç olacakları eleştirilerine aldırmadı; verdiği sözleri tuttu, adil oldu ve katliamdan kaçındı.
Aslan Yürekli Richard, Suriye sahillerine vardığında bu güçten yararlandı. Akka’yı bu gücü de kullanarak ele geçirdi ve Orta Doğu’daki haçlı varlığının yüz yıl daha devam etmesini sağladı.
Richard, Akka’yı kaledekiler ile anlaşarak teslim almasına karşın sözünde durmadı ve surların önüne topladığı kale halkının tümünü acımasızca katletti. Onların Kudüs’e gidip Eyyübi’ye katılmalarını ve kısa bir süre sonra geri dönmelerini engellemiş oldu.
Amin Maalouf, haçlı seferlerini anlattığı Arapların Gözünden Haçlı Seferleri isimi eserinde zamanın vakanüvistlerinin Eyyübi’ye yönelttikleri eleştirileri aktarırken, kendisinin de onlarla hemfikir olduğu izlenimini yaratmaktadır: Selahaddin Eyyübi’nin prensipleri, Suriye sahilindeki haçlı devletinin yaşamasına ve bu arada binlerce muslümanın daha katledilmesine neden oldu. Haçlıları kılıçtan geçirmeyen Eyyübi, hatalıydı!
KAZANMAK HERŞEY Mİ?
Aslında sonuçta bazı kayıplara neden olsa bile Nureddin ve Selahaddin’in ahlaki değerleri ve bu değerleri ısrarlı bir şekilde hayata geçirmeleri, Suriye ve Filistin’deki kent devletlerinin onların egemenliğine girmelerine yol açmış ve haçlılara karşı yeterli bir güç haline gelmelerini sağlamıştı. Zaaf gibi görünen şey, aslında onların güç kaynağıydı.
Bugünkü dünyada eksik olan şey de budur işte…
Pragmatizmi önemsiyor; bugünkü sorunlara pratik çözümler arıyoruz ama bunca insanı hangi temel değerler etrafınde birarada tutabileceğimizi düşünmüyoruz bile.
Batı’nın özgürlükçü değerleri de geride kaldı. Bırakınız başka ülkelerdeki insanların özgürlüklerini savunmayı, kendi yurttaşlarının haklarına bile yeterince önem vermiyorlar.
Birarada yaşamak için yeni bir değerler sistemi yaratmamız gerektiğini görmüyoruz; görsek bile umursamıyoruz. “Güvenlik” diye bir gerekçe uydurduk, herşeyi ona bağladık. Güvenliğimize en büyük tehdidin de bu “değersizleşmeden” geldiğini görmezlikten geliyoruz.
BİZİM DEĞERSİZLİĞİMİZ
KKTC’deki sorunların temelinde de bu “değersizlik” yatıyor.
Makam veya mevki sahibi olmak ve bunları zenginleşmek için kullanmak başlıca hedefimizdir. Zenginleşmek herşeydir; herşey, biraz daha zenginleşmek içindir! Bütün eylemlerimizin amacı zenginleşmektir.
Hükümet kuramıyorsak nedeni budur. Kurulan hükümetlerin kısa sürede bozulmasının temelinde de bu vardır.
Hükümetlerin halka değil, dar gruplara hizmet etmesinin kökeninde de bu “değersizlik” yatmaktadır.
Biz çürümüşüzdür de haberimiz yoktur!
Unutmayın; hiçbir kanun veya sistem, bu çürümüşlüğü önleyemeyecektir!