Adanın dışında yaşasa da adayı içinde tutanlar için adadan gelenlerle siyasi içerikli sohbetler her seferinde bilgi ve dedikodu dağarcığını güncelleme ritüeline dönüşür. Eksik bilgiler tamamlanır. Abartılı dedikodular ekarte edilir.
Bayramda İstanbul’a tatil için gelen eski iki dost ile yine böyle bir tecrübem oldu.
Muhabbetin sonuna geliyorduk ki “yahu bu işte bir tuhaflık var” dedim.
Artık UBP’lisi de neredeyse T.C. devletini temsil edenler ile olan ilişkimizden başlayarak muhalefet ile ayni şeyi söylüyor. Ayırt et edebilirsen.
Hani ayıptır söylemesi karşındakine “sen eşeksin” desen. Cevap olarak “evet istersen anırayım” dese nasıl olur?
Laf kalır mı söylenecek.
UBP’lisi de artık büyük ölçüde kendi kurdukları düzenden illallah etmiş.
Sen ne söylesen manevi mirasa sahip çıkmak marifetmiş gibi soy sop yıllardır UBP’yi desteklemiş olanlar da az bile söyledin diye ekleme yapıyorlar. Söylediğini tamamlıyorlar.
İyi taktik ama. Konu kendiliğinden kapanıyor. Dilek ve temennilere geçiyorsun.
Aksiyon ve sonuç yok. Çıkış yolu yok. Umut da yok. Bir yerde tüm yaşananların, sebebiyle birlikte özeti de bu değil mi? Her konunun çözümsüz olduğu kanımıza işlemiş. Bizi biz yapan öğelerin aslında kayıp gittiğinin farkında bile değiliz.
Tartışacak konu çok da aksi görüş söylenecek kaç tane konu kaldı?
Hısım akraba, komşu fark etmeksizin siyasi çekişmelerle alevlenen o tatlı siyasi polemikler eksik mi kalacak diye aldı beni gailesi! Gitti mi bizi biz yapan bir gelenek daha.
“Bıktık be bu İstanbul’un keşmekeşinden adaya geri dönüş yapsak mı” diye hafif yollu geyik yapacak oldum, “otur oturduğun yerde, artık yaz kış elektrik kesilir. Kamera şakası mı bu söyle de kameraya el sallayalım” diye cevap verdiler.
Şimdi söyleniyorlar ama ses çıkarmayıp senenin başında verdikleri oylarla külliyenin yapımı bile bir yerde meşrulaşmış olmadı mı? Külliye mevzusu tartışmaya açık bir ihtiyaca yönelik bir inşaat projesi olmasının ötesinde birçok şeyi içinde barındıran bir sembol olduğunu idrak edemediler. En basitinden teşekkür edip şu an hem kuzeyde hem de Anadolu’da kaynak bekleyen çok daha acil konular var diyemediler.
Temsil ettiği ile sembol olan güncel başka bir konu daha var.
Yaz, kış elektrik kesintileri normalleşti. Kaynağı, kalitesi, nasıl alındığı belli olmayan yakıt ile bir yerde devlet ayakta tutulmaya çalışılıyor. Taşıma su ile değirmeni çevirme misali bir “mücadele” ile devlet daha ne kadar ayakta kalır? Baştan sona bu yakıt tedariği konusunu devleti ayakta tutmak ile ilişkilendirmeden düşünmek elde değil.
Kişileri “Rumcu” olmakla suçlama hala canlı ama… Hatta çok geçmişe gitmeye gerek yok yakın geçmişte yaşattığı tüm rezilliklere rağmen UBP’de ısrar etmenin hala daha tek sebebi bu.
“Vatanseverlerin” başka “çeyizi” yok.
Diğer taraftan da ellerine yönetme fırsatı geçtiğinde olduğu gibi beceriksiz “vatan hainleri” de memleketi bir türlü “satamadı” gitti.
Bu demode ‘’çeyizi’’ ve kısır döngüyü bu toplum artık yer mi?
Sanırım korkulan ve endişe edilen de bu.
2004’te Kıbrıslı Türkler rahmetli Denktaş’a rağmen Annan planına %65 ile evet dediydi ya. “Bu Kıbrıslı Türkler Denktaş’ı bile dinlemedi bizi dinlerler mi” düşüncesi Ankara’daki siyasi iradenin bugünkü paydaşları için adı konmamış esas risk haline geldi.
Kıbrıs Türkünün, İngiliz ve kısa süren Cumhuriyet döneminde farklı kimlik öğeleri geliştirmesi ve AB değerlerini kendi yaşam tarzına, laiklik ve demokrasi anlayışına yakın görüp her şeye rağmen partiler üstü bir şekilde canlı tutması biz dışardakilerin adada olup biten ile ilgili anlamadığı birçok şeyi açıklıyor. Devlet aklıyla uyuşmayan açıklamaya muhtaç birçok gelişmeyi ve daha da nelerin olabileceğine de ışık tutuyor.
Yarın bıraktığımız yerden siyaseten yapılması gerekeni irdeleyeceğiz.