Çocukluğumdan akılda kalan şeylerden biriydi o resim. Teyzemin evinin giriş kapısının karşısındaki duvarın üstünde asılıydı. Kapı açıldığında ilk o resim karşılardı eve girenleri. Siyah beyaz büyük boy altın rengi çerçeve içerisinde ciddi bir yüz ifadesiyle çekilmiş bir fotoğraftı. Resimdeki ciddi duran kişi enişteme çok benzemesine rağmen eniştem değildi.
Niye duvarda asılıydı? Çocuk aklımla bu tuhaf durum aklıma takılsa da ve bir iki defa anneme ve teyzeme sorsam da cevap alamamıştım.
Ya da aldıysam anlamamıştım. Belli ki konuşulmak istenmiyordu.
Tuhaf olan başka bir şey daha vardı. Başında peruk gibi bir şey vardı. Zoraki bir gülümseme ve çekingen bakışlar vardı yüz ifadesinde.
1974’ten hemen önce bir yılbaşı gecesi teyzemlerin evinde yemekte ilk defa kim olduğunu ve onun hakkında konuşulduğunu duydum. Hem avukat hem de gazeteciymiş. Öldürülmüş.
23 Nisan’ı 24 Nisan’a bağlayan gece, işte o adamın, Ayhan Hikmet’in ölümünün 59’ncu yıldönümü.
Öldürüldüğünde 30’lu yaşlarında iki çocuk babasıydı.
O yaşında farkında olmadan Gladio’nun gölgesinde neye hizmet ettiklerini bilmeyenlerin taşeronlarıyla mı karşı karşıya geldi, yoksa bambaşka bir hesaplaşmanın parçası mıydı diye hala daha gündeme gelir bu cinayet.
Aile bunu kendi içinde konuşmasa ve yıllarca gündeme getirmek istemese de toplum ve özellikle Hikmet ailesini tanıyanlar için kapanmamış bir yara olduğundan belli aralıklarla gündeme gelmeye de devam edecektir. Tarihe mal olmuş bir hayat hikayesi dramıdır yaşanmış olanlar. Onu oradan söküp almak mümkün değildir.
Toplum olarak geçmişle yüzleşmemizi ve bu adada tam olarak ne olduğunu her yönüyle anlayıp konuşmadan da gündeme gelmeye devam edecektir bu ve buna benzer yaşanmışlıklar.
Ölümünden önce yazdığı ve ölümüne sebep olduğu gösterildiği üzere cami bombalama olayı Kıbrıs Türkünü örgütlemek adına yapanlar tarafından söylendi yakın geçmişte. Hatta bunun her iki tarafta ayni sonucu doğurması için yapıldığı anlatılır oldu.
Hayatta olsaydı siyaset ve yazı yazmaya olan ilgimden dolayı onunla iletişimim ne derece yakın olurdu hep düşünmüşümdür. Ayhan Hikmet’in kardeşi rahmetli eniştem Hizber Hikmet’ten ve onun can dostu Haşmet Gürkan’dan paha biçilmez değerde anekdotlar dinlemiş ve okumuştum. Eminim yetişebilseydim Ayhan Hikmet’ten de duyacağım ve yararlanacağım birçok şey olurdu.
Yıllar sonra teyzem bana bu elim olaydan kısa bir süre sonra Köşklüçiftlik’te tam da karşı komşuları olan Denktaş beyin enişteme gelip kendisinin bu olayla ilişkisinin olmadığını bizzat söylediğini anlattı. Bir yaz günü rahmetli eniştem Hizber’in bahçedeyken yanına gelip söylemiş. Teyzem kendisi şahidi olmamakla beraber “Kuran üzerine istersen yemin edeyim Hizber” demiş Denktaş Bey.
Film yapılsa diğerlerinden farklı bir şekilde adada yaşanmış olan bir trajediyi en iyi anlatacak olan hayat hikayelerinden biridir Ayhan Hikmet’in ve sonrasında çocuklarının yaşadığı dram.
Ayhan Hikmet’in yaşamını ve ailesinin yaşadıklarını film yapabilecek en iyi yönetmen de o dönemde yaşananlarla ilgili daha önce film yapmış olan bizim Derviş Zaim’dir. Bu vesileyle mesaj göndermiş olayım çocukluk arkadaşım Derviş’e.
Özellikle Ayhan Hikmet’in çocuklarının gözünden anlatılacak gerçek ve bir o kadar da farklı bir film olur bir zamanlar Kıbrıs adına.
Böyle bir film adada yaşananları her iki tarafın da tek yönlü görmeyip geçmişle yüzleşmesine katkı sağlar.
Kıbrıslı Türk ve Rum olarak yaşadıklarımızdan dolayı karşılıklı olarak inatla savunduğumuzun çok daha ötesinde ve çok daha büyük bir oyunun parçası olduğumuzun farkında olmamızı sağlar Ayhan Hikmet ve ailesinin yaşadıkları.
O günün şartlarında görüşlerine katılırsınız ya da katılmazsınız ama bu adada organik olarak var olan iki toplum arasındaki potansiyel husumeti harekete geçirmek için ortaya konan oyunu fark edip yazılı ve sözlü olarak dile getirenlerden biriydi Ayhan Hikmet.
Onun ve ailesinin yaşadıkları da farklı ama gerçek bir kesittir bir zamanlar Kıbrıs’ta nelerin yaşandığına. Bunu da hatırlamakta ve gelecek nesillere hatırlatmakta fayda vardır.