Mehmet A. Kancı/Gazeteci
Amerika Birleşik Devletleri’nde 3 Kasım’da yapılan seçimin ardından Donald Trump’ın Beyaz Saray’ı terk etmeme yönündeki ısrarı medya önünde devam etse de seçim sonuçlarına yapılan itirazları kabul eden bir mahkeme çıkmış değil. 20 Ocak’ta Joe Biden’ın başkanlık koltuğuna oturmasının önünde bir engel kalmadığı uluslararası toplum ve piyasalar tarafından da onaylandı. Trump’ın geçiş sürecini kabullenmesiyle beraber, Biden kabinesini şekillendirmek için harekete geçti.
Soğuk Savaş yılları da dahil olmak üzere hiçbir ABD kabinesinin Biden’ınki kadar merak edilmediğini söylemek mübalağa olmayacaktır. Trump’ın döneminde hem ittifaklar hem rakip ülkeler düzeyinde türbülanslar yaşayan ABD dış politikasının yeniden rota değiştireceğine yönelik kaçınılmaz beklentiler gündemde. Çin Halk Cumhuriyeti ve Rusya, Biden yönetimine yönelik umutlarını sınırlı tutarken, Avrupa transatlantik ilişkilerde yeniden olumlu bir havanın hâkim olacağından emin. Körfez ülkeleri ve İsrail ise İran’a yönelik uygulanan politikalarda son dört yılda alınan mesafeye bakarak şüphe içerisindeler. Şükran Günü öncesinde kabinesinin dış politika ve güvenlik ayağını kamuoyuyla paylaşan Biden, Trump döneminde yürürlüğe konan askeri ve siyasi düzeydeki geri çekilmenin son bulduğunu da ilan etti. Başkanlığına dair sürecin onaylanmasının ardından ilk röportajında ve Twitter hesabında “Amerika geri döndü” cümlesiyle müttefiklerine güven, rakiplerine korku vermeye çalıştı.
Biden, NBC televizyonuna verdiği mülakatta, “Amerika geri döndü, yeniden masanın başındayız” derken, “20’den fazla dünya lideri ile görüştüm. Onlar da Amerika’nın yeniden liderlik rolünü üstlenecek olması nedeniyle heyecanlılar, yeniden işbirlikleri kuran bir liderlik yapacağız” ifadelerini kullandı. Biden, diplomasi ve ulusal güvenlik için belirlediği ekiple hasımlarına karşı koymaktan kaçınmayacağının ve müttefiklerini aynı çatı altında toplayacağının altını da çizdi. Müstakbel ABD Başkanı’nın Dışişleri Bakanlığı için belirlediği isim Anthony Blinken, Obama döneminde de dışişleri bakan yardımcısı olarak görev yapmıştı. Blinken’ın ilk görevi, Trump döneminde Beyaz Saray ile Dışişleri Bakanlığı arasında azalan güveni yeniden tesis etmek olacak. Blinken, ABD’nin Suriye ve Libya sahalarında Rusya’ya karşı zayıf düştüğünü savunan ve Washington’ın Moskova’ya karşı dengeyi tesis etmesi gerektiğini düşünen yaklaşımın taraftarlarından.
İRAN POLİTİKASINDA DEĞİŞİM İHTİMALİ
Biden’ın Ulusal Güvenlik Danışmanlığı için belirlediği Jake Sullivan ise Körfez ülkeleri ve İsrail’e yönelik bir mesaj niteliğinde. Sullivan, Obama döneminde İran’ın nükleer programına ilişkin sağlanan anlaşmanın müzakerelerine katılmıştı. Bu tercih hiç şüphesiz İran’ın nükleer programını tamamen ortadan kaldırmayı hedefleyen İsrail ve Suudi Arabistan tarafından pozitif bir hamle olarak algılanmadı. Üstelik, Biden’ın Orta Doğu’dan telefon görüşmesi yapmak için ilk tercihini Ürdün Kralı II. Abdullah’tan yana kullanması, Filistin topraklarını tamamen ilhak etmek için son darbe fırsatı arayan Binyamin Netanyahu hükümeti için hoş bir sürpriz olmadı. “Normalleşme Politikası” adı altında Körfez, Doğu ve Kuzey Afrika ülkeleriyle birbiri ardına anlaşmalar imzalayan İsrail, özelde İran’ı, genelde Orta Doğu ve Akdeniz havzasını ekonomik ve askeri olarak çevrelemeyi hedefleyen projesinin de Biden’ın gelişiyle akamete uğramasından endişe ediyor.
ABD seçimlerinin Biden sürpriziyle noktalanmasının ardından İsrail Başbakanı Netanyahu ile İsrail istihbarat servisi Mossad’ın Direktörü Yossi Cohen’in 23 Kasım’da Suudi Arabistan’a giderek Veliaht Prens Muhammed bin Selman ve ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ile görüştükleri iddiası da bu ortamda gündeme bomba gibi düştü. Resmi olarak doğrulanmayan bu ziyaret haberi, İsrail ile normalleşmede sıradaki ülke olarak işaret edilen Suudi Arabistan açısından beklenen gelişmeydi. Ancak görüşme iddiasından yalnızca dört gün sonra, İran’ın nükleer silah programının başındaki Muhsin Fahrizade’nin karmaşık bir suikast planıyla Tahran yakınında öldürülmesi başka soru işaretlerini de beraberinde getirdi. Mossad ve ABD Merkezi Haber Alma Teşkilatı’na (CIA) mal edilen, İran’ın nükleer silah programında çalışan bilim insanlarına yönelik son suikastın üzerinden sekiz yıl geçmişti. 2018 yılının 30 Haziran’ında İsrail Başbakanı Netanyahu tarafından da hedef gösterilen Fahrizade’nin bu süreçte öldürülmesi, İsrail’in, ambargolarından vazgeçilmemesi ve Tahran’ın nükleer programına dair anlaşmaya dönülmemesi konusunda Biden yönetimine verdiği bir mesaj olarak da değerlendiriliyor.
Washington’da jeopolitik mücadelenin geleceğine dair karar vericiler arasında süren mücadelede Asya-Pasifik bölgesinin öncelenmesini savunanların ağırlık kazandığı uzun süredir gündemdeydi. Orta Doğu’nun ön planda tutulmasını isteyenler ve İran ile olası bir çatışmayı savunanlar ise mağlup taraf olarak değerlendiriliyordu. İsrail-Suudi Arabistan ortaklığı Fahrizade suikastıyla Washington’ın Orta Doğu’dan vazgeçmemesi için Biden yönetimine erken bir sinyal göndermiş olabilir. Bu, Trump ile yakın ilişkiler geliştirmiş olan Netanyahu’nun koltuğunu koruması için de hayati önem taşıyan bir süreç.
Biden’ın Ulusal İstihbarat Direktörlüğü için seçtiği isim ise belki de ekibini kabul ettirmek için vereceği mücadelede zincirin en zorlu halkasını teşkil edecek. Avril Haines, Senato’dan onay alırsa bu göreve getirilen ilk kadın olacak. Haines’i “mutlak gerçeğin şiddetli bir savunucusu, gerçek bir profesyonel” olarak niteleyen Biden, yine Obama döneminin bir ismini takıma dahil etmiş oldu. Haines, Obama döneminde ulusal güvenlik danışmanı baş yardımcısı olarak görev yapmıştı. Judoda kahverengi kuşak sahibi Haines, uluslararası hukuk uzmanlığı ve ABD’nin silahlı insansız hava araçları (SİHA) operasyonlarının planlanması gibi alanlarda yetkin bir isim. Haines’i ulusal istihbarat direktörlüğü görevinde, Blinken’ın Dışişleri Bakanlığı’nda üstleneceği role benzeyen bir süreç bekliyor. Yani eski Başkan Trump’ın küçümsediği istihbarat analizlerinin ve o analizleri yazanların Oval Ofis nezdinde yeniden değer kazanacağı bir dönemin kapısı açılacak.
Biden’ın A takımını değerlendirirken John Kerry ve üstlendiği görevden bahsetmemek olmaz. Kerry, yine Trump döneminde bir kenara atılmış olan Paris İklim Anlaşması’nın yürürlüğe konması için özel temsilci olarak çalışacak. ABD’nin Biden döneminde çok taraflılık anlayışına dönüşünün de önemli bir simgesi olacak bu atama. ABD’nin iklim değişikliği politikasına yüklediği anlam, yakın gelecekte bu alanın hassas bir diplomatik mücadele meselesi haline geleceğine, kim bilir bazı ülkelerin Paris İklim Anlaşması standartlarına uymamaları halinde yaptırımlara maruz kalacaklarına işaret olabilir.
PENTAGON DİPLOMASİ İLE UYUMLU ÇALIŞACAK
Biden’ın ilk aşamada, A takımının parçası olacak ancak açıklamadığı isim ise savunma bakanlığını üstlenecek kişi oldu. Washington kulislerinde konuşulanlar, Biden yönetiminin politikalarının merkezine Pentagon’dan ziyade diplomasiyi yerleştirmeye niyetli olduğu yönünde. Trump döneminde Pentagon ile Dışişleri Bakanlığı arasında yaşanan çelişkiler, müttefik ülkeler içinde kaotik durumların yaşanmasına yol açmış, Washington’dan gelen karmaşık sinyaller Suriye, Irak ve Afganistan gibi çatışma alanlarında gelgitlerin yaşanmasına neden olmuştu. Savunma Bakanlığı, yılların getirdiği ittifak ilişkilerine verdiği önem nedeniyle Beyaz Saray ile çelişkilere düşmüştü. Trump, tek başkanlık döneminde Savunma Bakanlığında üç ayrı isme görev vererek farklı bir rekora imza attı. Obama’nın iki görev döneminde savunma bakanları ortalama iki yıl bu koltukta kalabilirken, Trump döneminde bu görevi en uzun süre yürüten James Mattis dahi bakanlıkta iki yılı göremedi. Şimdi bu bakanlık için dört yıldızlı emekli Gen. Lloyd Austin’in de aralarında bulunduğu dört adayın isimleri gündemde. Eski ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı Komutanı (CENTCOM) da olan Austin, Dışişleri Bakanı adayı Anthony Blinken’ın geçmişteki yakın çalışma arkadaşı Michele Flournoy ve Irak savaşında görev almış Illinois Senatörü Tammy Duckworth ile rekabet halinde. Savunma bakanlığı için ismi geçen dördüncü aday ise Obama döneminde Pentagon’da konsey üyeliği yapmış olan Jeh Johnson. Üzerinde durulan isimler, ABD Savunma Bakanlığı’nın Biden döneminde diplomasiye daha entegre bir kimlik sergileyeceğine işaret ediyor.
Biden’ın “ulusal savunma” adı altında ABD güvenlik politikalarını küresel çapta yürütecek A takımı için belirlediği isimler aslında “Amerika’yı yeniden keşfetmeyecek”. Görünen o ki Bill Clinton döneminde inşa edilmiş bir savunma konsepti mirasını yeniden canlandırarak günümüze uyarlamanın yollarını arayacaklar. 1993 yılında Bill Clinton, Soğuk Savaş sonrasında işlevsiz kalan ABD askeri stratejisinin yeniden tanımlanması görevini savunma bakanı olarak atadığı Kongre üyesi Leslie Aspin’e verdi. Bugünün A takımı, Les Aspin’in inşa ettiği ve Donald Rumsfeld’in geliştirdiği konsepti Çin ile gündemde olan Yeni Soğuk Savaş’a uyarlayacak. Aspin, bundan 27 yıl önce kısaca BUR olarak tanımlanan Bottom–Up Review (Sonuna Kadar İnceleme) çalışması kapsamında bir dizi sonuca ulaştı. Bu sonuçlardan en önemlisi ABD’nin Soğuk Savaş sonrası dünyada farklı düşmanlarla savaşabilmek için teknolojiye ağırlık veren ve daha hızlı bir silahlı kuvvet hazırlama gereksinimiydi. Irak ile yapılan savaştan çıkarılan neticeler doğrultusunda “Küresel Ulaşım Kavramı” geliştirildi. Bu kavram ile temel amaç, Kuveyt’in Irak işgalinden kurtarılmasında olduğu gibi kuvvet yığma ve müdahalenin 6 ay sürdüğü durumlarla karşı karşıya kalmamaktı. Hava Kuvvetleri ile Özel Operasyonlar Komutanlığını (SOCOM- Special Operations Command) ön plana çıkaran bu yaklaşım için eksik olan ayağın tamamlanması için de Birinci Dünya Savaşı’ndaki temel ABD savaş prensibine dönüldü. Stratfor düşünce kuruluşunun kurucusu George Friedman’ın işaret ettiği üzere, savaş alanında dengeyi kurmak için teknoloji tek başına yeterli olmayacaktı. ABD, kuvvet kaydırmada hızı artırmak ve eyleme geçmek için koalisyonlarla beraber savaşmak mecburiyetindeydi. Clinton’ın Savunma Bakanı Aspin, bu koalisyonlar için müttefik ülkelerden ziyade yerel kuvvetlere önem veren bir yaklaşımı benimsedi. Böylece Özel Kuvvetler meselenin merkezine taşınırken ABD için savaşacak yerel kuvvetleri yetiştirme görevi onlara verildi. ABD bu yaklaşımı ilk olarak 11 Eylül saldırılarını takiben Afganistan’da Taliban ve el Kaide’ye karşı kullandı. Afganistan’daki Taliban rejiminin devrilmesinde başarı kazanan yöntemin tezahürlerini bugün 10’uncu yılını doldurmaya yaklaşan Suriye iç savaşında görüyoruz. Clinton döneminden miras kalan dış politika ve savunma konseptinin etkisiyle Suriye’de PYD/YPG terör örgütü ile işbirliği yapan ABD’nin Biden döneminde transatlantik müttefikleriyle ilişkilerini onarma ihtiyacı bu tercihi yeniden gözden geçirmesinin de yolunu açabilir.
10 Aralık’taki Avrupa Birliği (AB) Liderler Zirvesi’nde Türkiye’ye yönelik sergilenecek yaklaşım, yalnızca Ankara-Brüksel ilişkilerini yeniden tanımlamakla kalmayacak, Biden döneminde NATO ve transatlantik bloğun restorasyon sürecinin gidişatı için de belirleyici olacaktır. Biden’ın, ABD’yi yeniden liderlik koltuğuna oturtma hedefiyle döndüğü Beyaz Saray’ın Türkiye olmadan Doğu Akdeniz, Karadeniz, Orta Doğu ve Afrika’da rakiplerine karşı dengeyi sağlaması Kovid-19 salgınıyla dengesi bozulan jeopolitik zeminde mümkün olmayacaktır.