“Hükümeti devirmek istediler…” Osman Kavala, Gezi Parkı eylemlerinden 10 yıl sonra, hükümeti devirmek için düzenlendiği ileri sürülen bu eylemleri finanse ettiği gerekçesi ile “ağırlaştırılmış müebbet hapis” ile cezalandırıldı. 12 Eylül Cuntası tarafından yapılan Türkiye Cumhuriyeti Anayasası bile “hükümeti değiştirmek istemeyi” suç saymıyor ama mahkemeler bunu “suç” saydı.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni 1954 yılında onayladı. 1990 yılında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yargı yetkisi kabul edildi. 1990’da Türkiye hala daha 12 Eylül darbesinin etkisi altındaydı. Türkiye’nin de kabul ettiği uluslararası hukuk kurallarına göre usule uyun olarak kabul edilmiş uluslararası sözleşmeler ulusal yasaların üstündedir. Yasalar bu sözleşmelere aykırı olamaz. Olsalar bile yasalar değil, sözleşme kuralları geçerli olur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Kavala ve arkadaşlarının derhal serbest bırakılması karara bağladı ama Türkiye bu kararı uygulamadı. Karar, süreç gereği Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi önünde gitti. Türkiye ciddi yaptırımlarla karşı karşıya kalabilir ama Türkiye’deki iktidar bu kararı uygulamamakta direniyor. Türkiye’deki iktidar hukuk ve kural tanımazlığını bütün dünyaya kanıtlamakta gayet istekli ve kararlı görünüyor.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 34’ncü maddesi, “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir” demektedir. Günlük haberlere şöyle bir bakarsanız, mevcut iktidar tarafından atanan valilerin ikide bir “gösteri yasağı” koyduğunu görürsünüz. 10 yıllardan beri kaybolan çocuklarının akıbetini öğrenmek için her cumartesi günü Galatasaray Lisesi önünde toplanan anneler var… Her cumartesi günü tutuklanıyorlar, coplanıyorlar… Gösteri hakkını Anayasa değil, valiler kullandırtmıyor. Anneleri Anayasa değil, iktidarın emrindeki kolluk kuvvetleri copluyorlar.
1982 Anayasası’nın 48’nci maddesinde, “Devlet, özel teşebbüslerin milli ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır” denmektedir. Türkiye devletini yönetenler, bilerek ve isteyerek yarattıkları yüksek enflasyonla dar gelirlileri perişan etmiş, özel teşebbüs işletmelerini “güvenlik ve kararlılık içinde çalışamaz” duruma düşürmüştür. Anayasa, iktidarın ayakları altında çiğ çiğ çiğnenmiştir!
Anayasa hem her şeydir; hem de hiçbir şey!
Her şey uygulayıcıya bağlıdır. Demokratik devletler, anayasa ve yasaların korunabilmesi için “kuvvetler ayrılığı” ilkesine göre örgütlenmekte, yasama, yürütme ve yargı güçleri birbirlerini kontrol eder şekilde yetkilendirilmektedir. Bu yetmez, basın dördüncü kuvvet olarak daima devrede tutulmaya çalışılmaktadır. Türkiye, “tek adam rejimine” geçerek bütün bunları yok etmiştir. Yasama, yürütme ve yargı, daha sonra basın da dahil edilerek tek elde toplanmıştır. Anayasa bu şekilde de çiğnenmiştir aslında… Şimdi de tek elden yeni “anayasa” yapılacaktır. Belki de bütün bunlar
Aslında buna mevcut anayasanın “legal yollar ile ilgası” dense daha doğru olacaktır.
Anayasanın yurttaşları koruyan hiçbir hükmüne uymayan, uluslararası alandan yönelen baskıları bile takmayan bir iktidar tarafından hazırlanacak bir metin, Türkiye halkına “sivil anayasa” olarak yutturulmak istenecektir.
“Sivil anayasa” söyleminin muhalefete kurulmuş bir tuzak olma ihtimali de vardır tabii… Yeni ve sivil anayasa olmayacaktır ama olmamasının sorumluluğu, başta CHP olmak üzere muhalefete yıkılacak; böylece yerel seçim kampanyası için uygun bir zemin oluşturulacaktır.
Aradan geçen 20 yılda unutulmuş mu bilmiyorum ama Türkiye bu “filmleri” daha önce de görmüştü… AK Parti iktidarının ilk yıllarında, “askeri vesayetten kurtulmak” için kurulan kumpaslara ve açılan davalara tanık olduk… Bunlar için verilen siyasi desteklerin nelere mal olduğu daha sonra ortaya çıktı işte… Ortada böyle bir tecrübe varken “sivil anayasa” tuzağına düşmek; ne bileyim ama bana “tam bir aptallık olacak” gibi gelmektedir.