Hayat pahalılığı birçok kesimi etkiliyor. Değişime adapte olmakta zorlanılsa da yaşama devam etmek için alışkanlıklar önceliklendiriliyor. Pandemi ile başlayan alışkanlıklardaki değişim fırtınası yetmiyormuş gibi, geniş kitleler bir de artan enflasyon ve hayat pahalılığı ile sınanıyor.
Birçoğu ihtiyaç olarak gördüklerini daha az alıyor, belki başka marka alıyor, belki başka bir yol buluyor. Vazgeçemeyeceği şeyleri bir şekilde tedarik etme ya da ikame etme mücadelesinde olan geniş bir kesim var.
Rahatsız edici bir sınanma olsa da alışkanlıkları değiştirme yetisini kazanmak ve iç muhasebe yapmak adına ileriye taşınabilecek olumlu tarafı da olabilir bu durumun.
Bir de bu sınanmayı başka türlü tecrübe edenler var.
“Peynir tabağına 650 TL yazmışlar.” şeklinde bir paylaşım gördüm. Adisyonun fotoğrafını da haberin yanına eklemişler.
Beyaz peynir olduğunu varsayarak evde kahvaltıda peynir ne kadar şartsa restoranda peynir de o kadar şart değil. İçimden “Bir defa daha o lokantaya gitme, gidersen de o peyniri yeme be kardeşim” dedim.
Yıllar önce arz talep denilen bir ekonomik bir kural ortaya atılmış.
Ne diyor bu kural?
Hem söylenir, hem de gitmeye ve gidince de o peynir tabağını almaya devam edersen fiyat 650 TL de olur, 1650 TL de.
Sosyal medya, yapılması çok da şart olmayan şeylerle ilgili şikâyet paylaşımlarıyla dolu.
“Kapadokya’da yabancılar balonlara biniyor, Türkler seyrediyor.” şeklinde bir başka haber gördüm.
Bu doğruysa bırak yabancılar binsin.
Kendi adıma balona binmem hiç de şart değil. Ucuz da olsa biner miyim onu da bilemedim. Eş dost akraba bilen bilir teknolojik donanımı üst seviye bir ulaşım aracı olan uçağa bile bineceğimde bir hafta önceden kendimi zihinsel olarak kampa alıyorum. Aldığım çeyrek “Xanax” da cabası. Xanaxı da uçağın içine girince alıyorum. Xanax aldıktan sonra rötar olursa hoş bir durum olmadığını da yaşayarak öğrendik! Anlayacağınız mevzunun öznesi yaşayarak ve arayış içinde olarak çözüm üreterek öğrenmek.
Yüksek fiyatlı lahmacun, ayran, çay ve su haberlerinden de bıktık usandık.
Rastgele bir yere girip piyango gibi hesap beklenilmeyeceğini artık öğrenmiş olmak gerekir diye düşünüyorum.
Özellikle turistik yerlerde baştan fiyat sormadan ya da araştırmadan hiçbir yere girmemek lazım. Ayrıca, bu durum sadece bizim ülkemiz için geçerli değil, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki turistik bölgelerin birçoğu da aynı durumda. Kumsalda bir şezlong için 1000 TL istiyorlar.
Ülkende de olsa gidip oturma o beytambal şezlonga kardeşim!
Hemen şunu da belirteyim bunun tutumlulukla ya da cimrilik ile de bir alakası yok. Salak yerine konmak ile ilgili bir mevzu bu…
Ha bir de adı konmamış, görünmez “mahalle baskısı” ile yapılan sosyal medya paylaşımı enstantanesi ile alakalı. Bunu da atlamamak lazım.
Fiyatlar zaten çok pahalı, bir de izah edilemez boyutlara ulaştıkları zaman yaşam tümden mantıksız oluyor. Bir de kredi alarak tatile çıkanlar ve ödedikleri akıl almaz fiyatlarla ilgili söylenenler var.
Yapmamız gereken ve yapılması şart olmayan şeyleri çok iyi süzebilmemiz gerekiyor. Özendiğimiz Avrupalı tüm zenginliğine rağmen yıllardır böyle yaşıyor.
Hele hem Türkiye’nin hem de biz Kıbrıs Türklerinin üzerimizde yeteri kadar yük varken yaptığımız ve yapmaya devam ettiğimiz tercihler ile bir de yapılması hiç de gerekli olmayan yükler yaratmayalım.
Ne demişler?
Bir kere seni kazıklarlarsa kabahat onlarındır, iki kere kazıklarlarsa kabahat senindir.
Sandık önümüze geldiğinde yaptığımız siyasi tercihler için de bu durum geçerlidir. Yaşadıklarımızın önemli bir sebebi de yaptığımız siyasi tercihlerdir. Belki bu vesileyle bunu da öğrenmiş oluruz. Hem seçip hem de söylenip durmayız.
Dedim ya bu olan bitenin ilk anda aklımıza gelmeyen olumlu tarafı da olabilir. Bu alışkanlıkları değiştirme alışkanlığı belki bir alışkanlık haline gelir.