Akıncı beş yıl önce büyük umutlarla kendi ifadesiyle “son şans” olarak çözüme yönelik bir hamle yapsın diye merkez sağdaki seçmenden de destek görerek seçildi.
Yalnızca “ille de federal çözümcülerin” değil, içine merkez sağı da alan daha geniş bir küme olan Rum ile varılabilecek makul bir anlaşmaya önyargıyla soğuk durmayanların desteğini aldı.
Tabiri caizse dalgalı denizde kala kalmış “geminin içindeki Kıbrıs Türkünü” Türkiye ile uyumlu bir şekilde çalışıp artık limana soksun, belirsizliği ortadan kaldırmak adına adım atsın bu sorunun adını öyle ya da böyle koysun diye yetkilendirildi.
Merkez sağ ve soldaki toplumsal refleksin çözüme yönelik son hamlesiydi Akıncı. “Akıncı da anlaşamazsa anlaşmanın olmayacağı artık tescillenmiş olur” inancından hareketle merkezden oy aldı.
Elbette seçimi kazanmasına etki eden başka unsurlar da vardı. 2015’deki seçimde CTP’nin adayı, BG’nin temsilcisi Sibel Siber olması parti disiplinine karşı hareket etmek için uygun bir sebep oluşturdu. Akıncı ilk turda CTP tabanından ciddi destek gördü. Üstüne üstlük Sibel Hanım sınırlı da olsa özellikle Lefkoşa’da sağ seçmenden de oy alarak Akıncı’ya bu yönüyle de yardımcı oldu. 2015’teki konjonktüre bugün geri dönülüp bakıldığında bu unsurların geçici olduğunu söylemek mümkündür. Önümüzdeki seçimde CTP tabanı ayni teveccühü bir kez daha Akıncı’ya gösterecek mi diye sormak lazım.
Parti genel başkanı Erhürman’ın aday olması CTP tabanının bu sefer parti disiplinine ters hareket etmeyerek Akıncı’ya ilk turda 2015’te verdiği destek kadar destek vermeyeceği olasılığını artırmaktadır.
Bu yazının konusu değil ama Tatar’daki düşüş trendinin hızlanması CTP’yi umutlandıran hem UBP hem de CTP’den gelecek merkez oylara umut bağlayan Akıncı’yı da tedirgin eden diğer güncel unsurdur.
Merkezdeki seçmen için bu seçimde olması gereken kriter Akıncı’nın Crans Montana’da çıkan fiili durum sonrasındaki siyasetinin temelini oluşturan söylem ve davranışları ile nasıl bir sınav verdiği ve ilerisi için nasıl bir beş yıl vadettiğidir.
Önümüzdeki beş yılın somut göstergesi de Akıncı’nın Crans Montana sonrası geçen üç yıllık sürede hangi söylemleri ile gündeme geldiğinde saklıdır.
Aslında saklı değil görmek isteyen için ayan beyan ortadadır. Akıncı’nın Kıbrıs sorununa çözüm adına sunabileceği umuttan eser yoktur. Umudu bir kenara bırakın Türkiye ile giriştiği didişmeden dolayı kriz vadetmektedir.
***
Oluşmuş olan bu siyasi konjonktüre bakıp Akıncı için tabiri caizse ‘’oh olsun’’ diyelim mi?
Kendini merkezde konumlayan, 2015-2017 arası dönemde Akıncı’nın izlediği siyasete karşı çıkmayan, anlaşma yanlısı biri olarak Akıncı’nın şahsı ile ilgili değil ama Crans Montana sonrası izlediği siyasetten dolayı elimde değil ilk anda duygularım öyle diyor.
Sebeplerini açıklayım.
Akıncı Rum tarafının artık su götürmez her koşulda yalnızca kendinin gördüğü devleti paylaşmak istemeyen tavrına rağmen “ille de federal çözüm” ısrarında ona müzakere masasında en büyük desteği veren Türkiye ile haksız yere ters düştü.
Bu da yetmedi son 3 yıldır duran görüşmelerle ortaya çıkan boş vaktinde yapacak başka bir iş yokmuş gibi basın üzerinden Türkiye’ye laf sokuşturarak kimlik siyaseti yürütmeye kalktı.
Söyledikleri ile kendi özgül ağırlığından çok fazlasını Kıbrıs Türkünün üstüne yük yapmayı göze alacak noktaya geldi.
Seçim günü yaklaştıkça merkezde aklı selime gelecek olanlar tarafından son anda yalnız bırakılmakla karşı karşıya kalacağı endişesi ile de bu refleksin pekişmesi adına her fırsatta bu tehlikeli siyasetine devam ediyor.Bu yaklaşımından dolayı merkezdeki seçmenin Akıncı’nın arkasından yas tutmadan başka alternatiflere yönelmesi için sebepleri demlenmiş oldu.