Açılma, giderek siyasi bir hal alıyor… Özellikle de Avrupa’da…
Avrupa Birliği ülkeleri, bu yazı turistsiz geçirmek istemeyen üyelerini “korumak ve kollamak” için, bunca zaman turist gönderdikleri ve işbirliği yaptıkları çevre ülkelerine zorluk çıkarırken, AB ülkelerine turist yollamak için ölçüsüz riskler alıyorlar.
Türkiye, Alman turistleri yeniden kazanmak için üç bakanla girişim yapıyor: Turizm Bakanı otellerin güvenirliğini, Sağlık Bakanı aldıkları salgın önlemlerini anlatıyor; Dışişleri Bakanı ise bu işi diplomatik kanallardan takip ediyor. Bu arada, Covid-19 salgını devam ediyor ve Dünya Sağlık Örgütü, Türkiye’yi riskli ülkeler arasında sayıyor… Türkiye’yi yönetenler, kendi içindeki riskler yetmezmiş gibi turist kabul ederek salgın riskini artırdıklarını bilmiyorlar mı? Biliyorlar ama turizm sektörünün yıllık 35 milyar dolar olan getirisini tümden gözden çıkaramıyorlar; birazını olsun toplamanın peşindeler…
KKTC’NİN AÇILMASI
Gelelim KKTC’ye…
Erken kapanarak yurt içindeki riskimizi adeta sıfırlamıştık. Şimdi; turizm, yükseköğretim ve diğer dış gelirlerimizi yeniden kazanmak için açılmaya çalışıyoruz. Bu açılmanın Türkiye’ye ve Güney Kıbrıs’a doğru olması kaçınılmazdır; başka olanak yoktur.
Rum tarafının tutumu meydanda: Turist almamızı engelleme çabası zaten bilinen bir şey. Şimdi bize yardımcı mı olacak?
Salgın siyasi durumda da bir değişiklik yapmadı: Rumlar, Türkiye’yi AB ile karşı karşıya getirmek için ellerinden gelenin en iyisini yapmaya devam ediyorlar. Türkiye ise, Kıbrıslı Türkleri ‘satmış olmamak’ için Rum tarafı ile görüşmeyi ısrarla reddediyor.
Biz işte böyle bir siyasi ortamda, açılmaya çalışıyoruz.
TÜRKİYE’YE AÇILMA
Bu durumda elbette bütün risklerine karşın Türkiye’ye öncelik vereceğiz:
- Turist gelecekse öncelikle oradan gelecektir.
- Öğrencilerin 60 bin kadarı zaten Türk vatandaşı…
- Başka ülkeler ile bağlantılarımızı da Türkiye üzerinden kuracağız.
Siyasi gerekçelerimiz de var:
- Türkiye, denizlerin paylaşılmasında bizim olmayacağımız masaya oturmayı reddederken, biz Avrupa’da verdiği mücadeleye darbe vuracak şekilde, kapılarımızı Türkiye’ye kapalı tutamayız.
- AB ülkleri ‘AB dayanışması’ diyerek her türlü riski göğüslerken biz tıbbi malzemeleri, finansmanı, ekonomi için gerekli olan kaynakları temin ettiğimiz Türkiye’nin mücadelesine ‘risk alamayız’ gerekçesi ile duyarsız kalamayız.
AÇILMA KOŞULLARI
Bu durumda, “sağlıkçılar karar versin” demek de aslında bir fantazidir. Sağlıkçılar, elbette herşeyin mükemmel olmasını talep edecektir. Sağlık ekipmanlarının en iyileri, sınırsız test kiti, yeterli ve hatta yedekli personel… Sıra açılma-kapanma ikilemine geldiği zaman, sağlıkçıların ‘sıkı kapanma’ taraftarı olmasından daha doğal bir tutum da olamaz.
Oysa bize bu olanakları sağlayacak olan ise siyasettir. Siyasi dayanışmayı kiminle gerçekleştirdiğiniz gibi gerçekler, sağlıkçıların dediklerinin uygulanabilir olup olmadığını belirleyecektir. İstesek de, istemesek de siyaset ağırlığını hissettiriyor; hissettirecektir.
TARTIŞMALARIN SİYASİ BOYUTLARI
Belki de siyaset, biz farkında olmadan güncel tartışmalarımıza zaten sızmıştı: Cumhurbaşkanı Akıncı, sıkı kapanmayı savunurken, ilişkisizlik içinde olduğu Türkiye yönetimi ile hesaplaşmayı sürdürüyor; Başbakan Tatar, hükümetini ayakta tutmak ve gerekli salgın önlemlerini alabilmek için desteğine ihtiyaç duyduğu Türkiye yönetimini gücendirmemeye çalışıyordur.
Geriye bizim akıl yürütmelerimiz kalıyor…
Safca ve belki de aptalca!
Bizim aklımızın kestiklerini, başkalarının düşünemediğini düşünmek, aslında saflık değil ukalalık!Ben yeni de olsa uyandığımı düşünüyorum: Bizim düşündüklerimizi siyasi liderlerimizin de düşündüğünü, ama onların nihai tutumunun siyasi bağlantıları ve hedefleri tarafından belirlendiğini, artık anladım sanıyorum!