Ufuk Üniversitesi İİBF Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Dr. Nurgül Bekar Anadolu Ajansı için kaleme aldığı analizde, Kovid-19 salgınının Avrupa Birliği’ne olan etkilerini değerlendirdi. Dr. Bekar, AB’nin geleceğinin salgın sonrasındaki ekonomik toparlanmaya bağlı olduğunu ileri sürdü.
Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) pandemisi dünyada birçok yeni soruna sebep olurken, bazı durumlarda mevcut şartların daha da kötüleşmesine neden oldu. Avrupa Birliği (AB) içinde bir yandan yeni sorunlar ortaya çıkarken, diğer yandan eski sorunlar daha zorlu bir sürece girdi. Zaten ekonomik anlamda hayli sıkıntılı olan bazı AB üyelerinin pandemi nedeniyle yaşadığı kayıplar, işlerin iyice sarpa sarmasına neden oluyor. 1957’den bu yana savunduğu ilkeler dikkate alındığında pandemi karşısında ilk anda kötü bir sınav veren AB’nin, bu süreci nasıl yöneteceği kuşkusuz uluslararası siyasette tüm aktörlerin merak konusu. Bir süredir AB içindeki bütünleşmeyi zedeleyen “zengin kuzey-fakir güney” ayırımı bugün belki de AB’yi zorlayan en önemli sorunlardan biri olma özelliği taşıyor. Zira 17 Temmuz 2020’de başlayan ve dört gün dört gece süren AB Konseyi Özel Zirvesi’nden çıkış haritası, kuzey-güney çatışmasının bundan sonra AB bütünleşme hikâyesini nasıl etkileyeceğine dair ipuçları veriyor.
Geçtiğimiz Cuma günü Brüksel’de bir araya gelen Avrupa Birliği üyelerinin hükümet ve devlet başkanları bu zirvede, Avrupa Komisyonu’nun Kovid-19 krizinden etkilenen ülkeler için önerdiği 750 milyar avroluk kurtarma paketini ve AB’nin 2021-2027 dönemini kapsayacak 1,74 trilyonluk bütçesini görüştüler. Komisyon’un kurtarma paketinin 500 milyar avroluk kısmının geri ödenmemek üzere verilmesi, kalan 250 milyar avronun ise geri ödemeli verilmesi fikrine Hollanda, Avusturya, İsveç, Danimarka’dan oluşan “tutumlu dörtlü” baştan beri şiddetle karşı çıktılar. Güneyi temsil eden İtalya, İspanya ve Hırvatistan ise toparlanmak için ortak borçlanmanın şart olduğunu savundular. Finlandiya kısmen kuzeyin fikirlerine katılırken, Almanya ve Fransa, Birliğin bütünlüğünün devamı için Komisyon’un önerisini destekledi.
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDAN SONRAKİ EN BÜYÜK KRİZ
Zirvede karar verilmesi gereken bir diğer konu ise önümüzdeki dönemin bütçesinin onaylanması. AB, tarihinde ilk defa bütçenin kullanımıyla temel hak ve ödevler konusunu eşleştirerek, hukukun üstünlüğü konusunda AB ölçütleri dışına çıktığını düşündüğü ülkelerin bütçeden pay almasını kısıtlamaya çalışıyor. Bu noktada hedefte olan Macaristan ve Polonya ise bu durumdan son derece hoşnutsuzlar. Hatta AB’nin şu an yaşadığı karışıklıktan Hollanda Başbakanı Mark Rutte’yi sorumlu tutan Macaristan Başbakanı Viktor Orban yaptığı açıklamada gerekirse hem paketi hem de bütçeyi veto etme tehdidinde bulunarak bu hoşnutsuzluğu daha da somutlaştırmış oldu.
Kurtarma paketiyle ilgili olarak AB liderleri ilk kez Haziran 2020’de video konferans usulüyle görüştüklerinde Almanya Başbakanı Angela Merkel, sorun olmadığını ve görüş ayrılıklarına rağmen ülkelerin borçlanmaya sıcak baktığını söylemişti. İki günlük planlanan toplantının ilk gününde anlaşma çıkmaması ve üstelik dördüncü güne sarkması, zirvede uzun ve zorlu tartışmaların yapıldığının bir göstergesi. Toplantıların bu kadar uzamasından anlaşmaya ne kadar zahmetle varıldığı anlaşılıyor. Nitekim zirve başlamadan önce gerek AB yetkilileri gerekse bazı liderler, aylar sonra ilk defa yüz yüze yapılan bu görüşmeden iyimser bir sonuç alınmasının çok zor olduğunu ifade etmişlerdi.
Ancak toplantının uzaması liderlerin bir çözüm bulabilmek için, bir başka ifadeyle AB bütünleşme ve dayanışmasının devam ettiğini gösterebilmek için ne kadar sıkı pazarlıklar yaptığını da düşündürüyor. 1 Temmuz 2020’de AB dönem başkanlığını devralan Almanya Başbakanı Angela Merkel, farklılıkların çok büyük olduğunu ve bu sefer uzlaşma sağlayıp sağlayamayacakları konusunda bir şey söyleyemeyeceğini ifade etse de zirvede mutlaka çözüm bulunması gerektiğine işaret eden liderler de yok değildi. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron bunlardan biri olarak, zirvenin hemen öncesinde AB’nin gerçeklerle yüzleşmesi gerektiğini ve sadece sağlıkla ilgili değil, ekonomik ve sosyal açıdan yaşanan sorunların birlik ve bütünlük içinde aşılması ihtiyacına vurgu yapmıştı. Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis gibi bazı liderler ise AB’nin bu krizi çözemediği takdirde parçalanmış ve zayıf görüneceğini ve örgütün bunu kaldıramayacağını ifade ederek, Kovid-19 krizi kurtarma paketi ve AB bütçesi üzerinde anlaşmanın ne kadar önemli olduğunun altını çizdiler. Neredeyse tüm liderlerin üzerinde anlaştıkları mesele ise İkinci Dünya Savaşı’ndan beri bu denli büyük bir krizle karşılaşılmamış olması.
SİYASİ BÜTÜNLÜK, EKONOMİDEKİ TOPARLANMAYA BAĞLI
AB’nin “bitmeyen” zirvesinde dördüncü güne ulaşılırken masaya getirilen yeni planlar sayesinde nihayet uzlaşma sağlanmış oldu. Toplantıları kilitleyen en önemli mesele yardımların hibe edilecek miktarının ne kadar olması gerektiği üzerineydi. Bu miktarla ilgili önce AB Konseyi Başkanı Charles Michael tarafından 450 milyar avro önerisi ve Almanya ile Fransa’nın desteklediği 400 milyar avro teklifi geldi. Ancak anlaşmanın gerçekleşmesi Konsey’in hibe miktarını 390 milyar avroya çeken önerisiyle sağlanabilmiş oldu. Geri kalan 360 milyar avro ise kredi şeklinde kullandırılacak. 2000 yılındaki Nice Zirvesi’nden bu yana AB tarihinin en uzun zirvesi olan bu zirvede tıkanıklık şimdilik aşılmış görünüyor. Fakat uzun görüşme maratonundan çıkan bu sonuçların Avrupa Parlamentosu’nda (AP) onaylanması zorunluluğu nedeniyle, son sözün söylenebilmesi için bir dizi tartışmanın daha yapılması gerekecek. Mayıs 2019’da seçimleri yenilenen AP’de AB karşıtı ve/veya AB şüphecisi olan siyasi görüşlerin ağırlığının bir hayli fazla olması bu tartışmaların doğal olarak alevli geçmesini de beraberinde getirecek.
AB’nin salgın krizinden etkilenen ülkeleri kurtarma paketi ve 2017-2021 dönemi bütçesi üzerinde anlaşması, dünya ekonomisinde kapladığı yer nedeniyle sadece kendisini değil, AB ile ticari ilişkileri olan herkesi ilgilendiriyor. Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) tahminlerine göre, mevcut ekonomik krizin önümüzdeki dönem 19 ülkenin içinde bulunduğu avro bölgesindeki (Eurozone) ekonomilerde yüzde 8,7’lik bir daralmaya yol açması bekleniyor. Bu daralmadan en fazla etkilenecek İspanya, İtalya ve Hırvatistan aynı zamanda Kovid-19 krizinden de en çok zarar gören ülkeler. 2008 finansal krizinin sonuçlarını yaşayan AB üyeleri daha fazla borçlanmak yerine AB yardımını hibe olarak kullanarak bu krizden çıkmanın ve toparlanmanın yollarını arıyorlar.
Ancak Avrupa Merkez Bankası Başkanı Christine Lagarde’ın ekonomik toparlanmanın hızı ve ölçeğinin belirsizliğini koruduğunu vurgulaması AB ekonomik alanı için alarm zillerinin çaldığına işaret ediyor. Uzmanlar kurtarma paketinin içeriğinin de mali piyasalardan borç alınacağı için tartışmalı olduğunu ifade ediyorlar. Avrupa Komisyonu’nun önerdiği ilk plana göre en büyük pay (610 milyar avro) üye ülkelerin politikalarının uyumlaştırılmasına, kurtarma ve direnç artırma kabiliyetlerine ayrılacak ve yine kurtarma paketi onaylanırsa en çok İtalya (81,8 milyar avro), İspanya (77,3 milyar avro) ve Fransa (39 milyar avro) yardım alacaktı. Varılan son anlaşma ile bu oranların ne olacağı ve üye ülkelerin ekonomik toparlanması konusunda ne kadar fayda sağlayacağı netlik kazanacak. Bu çerçevede ekonomik problemlerin çözülmesinin günümüzde toplumsal ve siyasal konularla ne denli bağlantılı olduğunu da gözden kaçırmamak gerek. Bir başka ifadeyle AB’nin ekonomik ve mali anlamda toparlanması, siyasal ve toplumsal diğer sorunların çözülmesinde de anahtar bir rol oynayacaktır.
İÇ ANLAŞMAZLIKLAR AB’NİN KÜRESEL KONUMUNU ZAYIFLATIYOR
AB uzun bir süredir hem yapısal hem de dönemsel şartların getirdiği zorluklarla mücadele ediyor. Son dört gündür AB Zirvesi’nde sergilenen manzara bu zorlukların devam ettiğinin en açık kanıtı olma özelliğini taşıyor. Bu seferki krizin de aşılması belki diğer bütün sorunların çözülebilmesi için ilk adımı oluşturabilir. Zira eski sorunların üzerine pandemi krizinin getirdiği büyük meydan okumalara AB tarafından zamanında cevap verilmedikçe krizin giderek büyüyen bir kartopuna dönüşmesi ihtimali artıyor. Sonuç olarak Zirve’deki bu kilitlenmenin oldukça uzun bir sürede çözülebilmesi, AB’nin karar alma, sorunlara hızlı ve etkin müdahale gücü üzerindeki şüpheleri daha da artırmış bulunuyor.
Yirmi birinci yüzyılın devamında AB’nin uluslararası politikada bulunacağı konumun koordinatlarını, Brexit sonuçları, yabancı düşmanlığı, siyasi, ekonomik ve toplumsal problemler gibi iç sorunlarını bir an önce halletmesi belirleyecektir. Kendi sorunlarını çözemeyen bir AB’nin ise uluslararası politikadaki sorunlarda, örneğin Suriye’de, Doğu Akdeniz’de veya dünyanın başka bir bölgesinde yapıcı çözümlere imza atacak aktörlerden biri olmasını beklemek pek gerçekçi olmayacaktır.