Hedef, büyük bir mücadele sonucu oluşturulan “yapıyı” yönetmekte de başarı hikayesine dönüştürmekti. Yönetmekteki başarının toplum üzerinde yaratacağı çekim gücüyle de Rum’un zamana yayarak uzlaşmaz siyasetine cevap verilmesi hedeflendi.
Çözümsüz geçen süre içerisinde Rum tarafında nesil atlamasıyla, kuzeyde “başarı ile taçlandırılmış” fiili durumu yeni nesle de kabul ettirmek hedeflendi. Kendi kendimizi yönetmekteki başarı ile müzakere sürecinde elimizi güçlendirirken diğer taraftan da “çözümsüzlük en iyi çözümdür” siyasetini elde güçlü bir alternatif olarak tutmaktı esas amaç.
1974 sonrası ortaya konan hedefe ve siyasete göre bugün itibariyle toplumsal motivasyonunun hangi seviyede ve yönde olduğu sorusu üzerinde durulması gereken bir noktaya geldi.
Birbirini tamamlayan 1977-79 doruk anlaşmasını o günün koşullarında kendilerince akılcı ama pek de masum olmayan sebeplerle her iki taraf da kabul etti. Rum siyasetinin hedeflediğinde de hesap hatası ve eksiklik vardır ama bizim başladığımız nokta ile yöneldiğimiz nokta arasında bugün itibariyle ciddi bir sapma vardır.
Kıbrıs Türkü ile T.C devleti arasındaki ilişki, hedeflenen ile gerçekleşiyor olan arasındaki fark çerçevesinde değerlendirilmeye muhtaçtır.
Bu ilişki ekseninde olanlara ses çıkaranlar “marjinaller” değildir. Bu yalnızca eksik değil yanlış bir okuma olur.
Bugüne kadar “milli” duygularla diye özetleyeceğimiz sebepten dolayı bu kritik ilişki ekseninde olanlara sessiz kalan bir kesim de oluyor olanları onaylamamaktadır. Adada bizi biz yapan öğelere yönelik müdahalelere artık sessiz durulmamasında “milli” bir fayda olduğu görüşündeyim.
Bu kesimin anlamakta zorlandığı nokta siyasete ve ifade özgürlüğüne müdahalede ısrarın Rum’un tam da istediği sonucu verecek gelişmelere hizmet ediyor olmasıdır. Daha da zoruna giden ise bu ilişkide özgül ağırlığı ağır basan ve çıkarları adanın ötesine taşan koskoca bir devletin bunu açıkça teşvik etmesi, sahaya kraldan kralcı zihniyet sahipleri ile inerek hoyratça davranması ve bunun da normal karşılamasını savunuyor olmasıdır.
Bu devlet aklına uymayan, açıklamaya muhtaç bir durumdur.
Demokrasi, ifade özgürlüğü, hukuk ve adalet gibi evrensel kavramların T.C. devleti ile aramızdaki ilişkiyle ilişkilendirilerek sokağa yansıyacak derecede gündeme gelmesi kimin işine gelmektedir? Yalnızca bu durum Rum siyasetinin stratejisinin bir şey yapmasına gerek kalmadan çalıştığının da göstergesi olmuyor mu?
AB parlamentosu geçen hafta adanın Kuzeyindeki demografik değişimdeki hızın sebep olduklarına referans veren bir rapor yayınladı. 1977-79 doruk anlaşmasını imzalarken atladığı bir unsuru tamamlamaya yönelik olmasından dolayı bu rapor önemli bir gelişmedir. Açıklanan raporun içeriğinin ötesinde yapılması gerekenler ile ilgili neredeyse detaylı bir görev bölümü ve yol haritası koyarak Kıbrıs Türkünün şu andaki gündemini sahiplenmesi açısından anlamlı bir işaret fişeğidir.
AB çekim gücü ile bizim gündemimiz üzerinden yeni siyaset inşa etmeye “fırsat” yaratmak yerine, buna fırsat veren hatalı siyasi yaklaşımı düzeltici samimi bir önlem alınması gerekmiyor mu? Bunu yapmayarak sakın ola “dış güçlerin” kurmak istediği oyuna kendi kendimize düşüyor olmayalım?
Tüm bu gelişmeler ışığında Kıbrıs Türkünün demokrasi, hukuk ve önlem alınmazsa sosyal hayat yaşam tarzı anlayışına müdahaleye karşı çıkarken başka bir şeyi savunur duruma düşmek istemeyenlerin şimdilik sokağa yansımayan sessizliği de yanlış yorumlanmamalıdır.
Demokrasiye, özgürlüklere ve sosyal yaşam tarzına müdahaleye karşı çıkarken Kıbrıs sorunu ile ilgili farklı görüşte olanları bir bütün olarak savunur duruma düşmek istememe ikileminin bir sonucudur bu sessizlik. Kurulan devlete gerçekten inananların büyük bir ikilem içinde hayal kırıklıklarının sessizliğidir. Özersay’ın devlete ve kendi kaderini tayin hakkına inanarak temsil ettiği geçmişi ve görüşleri ile sessiz durmayarak vekillikten istifa etmiş olması da bunun üzerinden okunması gereken bir detaydır. Hepimizin gözü önünde yaşananları sineye çekerek normalleştirmek, kabul etmek “milliyetçilik” değildir.
Bu kesimdeki sessizliğin altında yatan duygu yumağı ve ruh hali de devlet aklıyla bakıldığında TC’nin Kıbrıs politikasının sigortasıdır. Adadaki askeri varlığı gibi stratejik ve değerlidir. Korunmalı, kaybedilmemelidir.
Daha ne diyelim!