Tarihi önemi olan gelişmeleri ara ara güncel konjonktüre bakıp değerlendirmekte fayda vardır. Kat edilen mesafenin yönüne bakarak yorum yapmak güncel gündeme de perspektif kazandırıp anlamlı hale getirebilir.
Kıbrıs sorununa çözüm arayışında önemli referans noktalarından biri, iki toplum liderinin eşit statüde imzaladıkları 1977-79 doruk anlaşmalarıdır. Birbirini tamamlayan 1977-79 doruk anlaşmaları somut bir gerçektir ama bir de bu BM parametrelerine rağmen yaşananlar vardır ki onlar da hakikattir. “Gerçeği” sayfanın soluna yazacaksak aynı sayfanın ortasına bir çizgi çekip sağ tarafına da “hakikatleri” de yazmak gerekir. Değerlendirme yaparken bunu yapmamak gerçeği eksik kılar.
Rum’un 1977-79 doruk anlaşmalarını kabul etmesinin bir sebebi çözüm hedefinin ne olduğunun belirlenmesine rağmen federal devletin dengelerinin müzakereler yoluyla tanımlanmasının zaman sınırlaması olmaksızın muğlak bırakılmasıydı.
Rum’un siyaseti hasat umudu olmayacak kuru kuruya bir çözümsüzlük siyaseti değildir. Bilinçli bir varsayıma dayalı bugün hala daha yürürlükte olan stratejik bir tercihtir. Yıllar içinde söylemi ve siyasi görüşü farklı lider değişimlerine rağmen sonuca yönelik değişim görmememizin sebebi de bu stratejik tercihin partiler üstü bir tercih olmasındandır. Sahadaki yansıma ve vitrindeki renkler değişse de strateji hedefe varıncaya kadar değişmeyen bir unsurdur.
Nedir o strateji?
Anlaşma olmadan Kıbrıs konusunu kullanarak ambargo ve siyasi baskı ile hem Kıbrıs Türkünü adada tutmanın maddi ve manevi maliyetini artırmak hem de her fırsatta T.C. devleti üzerinde yük oluşturma hedefiyle bu siyaset izlenmiştir. İlgili ilgisiz her konunun altından Kıbrıs sorunu ve Kıbrıs Türkünün çıkmasının değişen nesiller ile er ya da geç Kıbrıs Türkü ile T.C. arasındaki ilişkiyi de yıpratacağı hesap edilmiştir.
BM parametrelerine dayalı uzayıp giden müzakereler ile Rum’un hedeflediği tam da bizim ve Türkiye’nin bugün aramızdaki ilişki açısından içine düştüğümüz durumdur.
Detayına girmeye gerek yok. Sonuç ortadadır.
Kıbrıs Türkleri, kendilerini, müdahalesiz demokrasi, ifade özgürlüğü ve sosyal yaşam tarzı anlayışına müdahale edilmemesi ile ilgili bir mücadele içinde buldu. Yeni nesil Kıbrıs Türkü son 20 yıldır devrede olan “AB çekim gücüyle” arkasına dönüp bakmadan yürümekle sınanmamalıdır. AB parlamentosunun en son raporunda bugüne kadar olmadığı şekilde Kıbrıs Türkleri ile ilgili ifadeler bundan dolayı anlamlıdır. Samimi bir şekilde önlem alınmazsa, Kıbrıs sorununun tanımına tabana yayılacak şekilde Kıbrıs Türkleri üzerinden farklı bir boyut kazandırmanın yolu açılacaktır.
Doruk anlaşmalarını o günün koşullarında akılcı ama pek de masum olmayan sebeplerle her iki taraf da kabul ederken bizim başladığımız nokta ile yöneldiğimiz nokta arasında bugün itibariyle ciddi bir sapma vardır.
Rum tarafı için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Hakikatin biri budur.