Partilerin ana akım konulardaki duruşunun net olması önemlidir ama siyasetin bir “hizmet” alanı olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz.
Yerelde ve dünyada değişen koşulları okuyabilen insanları uhdesinde bulundurmazsa, liderlik gösterip bunlara yer açmazsa hangi parti olursa olsun gün gelir kuruluşunda savunduğu ana fikirleri de savunamaz duruma düşer. Hizmet etme yarışında alternatif olmaktaki inandırıcılığını kaybeder.
Girdisi yetkin insan ve onun uygulamaya koyduğu planlar olursa siyasetin çıktısının da deva olma olasılığı yüksek olur. Siyaset ancak kaliteli girdiler (insan ve pratikte karşılığı olan uygulanabilir program) ile yapılırsa anlam kazanır. Hangi görüşten olursanız olun en basit ifadeyle siyasetin fark yaratmaktaki iddiası ve mantığı budur.
Bir önceki iki yazıda siyasetin de “aşılanması” gerekliliğine dikkat çektik. Bunun için gerekli iki ayağın, yetkin adaylar ve iyi düşünülmüş planlar, olduğunu mümkün olduğunca köşe yazısına sığdırılacak şekilde örnekleriyle altını doldurmaya çalıştık.
Bu iki ayağı hakkını vererek yerine getirmek yeterli mi?
Üzerinde durulması gereken üçüncü bir ayak daha vardır. Üçüncü ayak seçim atmosferinin psikolojik boyutu ile ilgilidir. Üçüncü ayak seçim süresince söylemdeki kutuplaştırıcı gerginlikten uzak durulması gerekliliğidir. Gerginlikten beslenen bir seçim ortamı yaratılmamalıdır.
Dünyada olan gelişmeleri okuyamayanların, yereldeki sorunlara çözüm üretemeyenlerin başvurduğu yol ötekileştirme ve kutuplaştırma siyasetidir. Kutuplaştırmayı da tek taraflı görmemek lazım. Alternatif olma iddiasında olanların ötekileştirme siyasetinin alevlenmesi için ateşe odun atmaktan geri durarak bu konuda da ezber bozması şarttır. Diğer bir deyişle Akıncı’nın geçen yılki seçim öncesinde özellikle “Suriye ve Hatay” söylemleriyle düştüğü oyuna marifetmiş gibi düşmemek gerekir.
Seçim sürecinde Türkiye ile ilgili gündem bize yapılabilecek maddi ve gayri maddi teknik ve bilgi gerektiren konularda desteğin en iyi nasıl değerlendirileceğine indirgenmelidir. Bu seçim vesilesiyle zımnen de olsa T.C. devleti ile ilgili ilişkimizin “onurlu çıkış kapısının” bu olduğu da gösterilmelidir.
Devletin işleyişi ile ilgili süreçlerin yalınlaştırılması ve Türkiye pazarı dahil ihracatı artırmak adına hem bürokrasi hem de özel sektör ile birlikte ne yapılabilir öne çıkan konu başlıkları olmalıdır. Daha az maliyet ve en önemlisi haklı eleştiri konusu olan kaliteli kadro hareketi ile Türkiye’ye mali açıdan yük olmaktan hem kendimizi hem de Türkiye’yi kurtaracağız iddiası partilerin ortak paydası olmalıdır.
Elbette bu üçüncü ayağı seçim vesilesiyle diyalog mesajı vererek aşmak bazı partilerimiz için çok daha zor olacaktır. En basitinden T.C. Cumhurbaşkanının KKTC meclisine yaptığı ziyarette ev sahibi olarak bulunmamak diyalog kanallarını seçimi kazansalar da riske atmış durumdadır.
Bu realite seçim tarihi yaklaştıkça hatırlatmaya gerek kalmadan hatta sahada hiçbir müdahale olmasa da bu partilerin toplum nezdinde yarışacağı en büyük “görünmez rakip” olacaktır. Bu durumda olanların yetkin adaylar ve iyi düşünülmüş programdan daha fazla aşılanmaları şarttır. Toplum adına kurnazlık yapmak ile akıllı olmanın arasındaki fark burada yatmaktadır. Akıllı olan sonraki adımları da hesap ederek sonra söyleyebileceğini hemen söylemez. Temsil ettiği toplumun sahip olduğu tahterevallinin bir tarafına isteklerini, acilen çözmesi gereken konuları diğer tarafına da bunları kendi başına başarma kapasitesini koyar.
Bunun için alternatif olmak isteniyorsa adaylar ve program kadar bu 3. ayak da çok önemlidir. Hele hele evdeki ekmek bayatlamaya başladıysa ve gerçekten alternatif olmak için siyaset yapılıyor ve seçime giriliyorsa.
Akıllı olun kurnazlığa müsaade etmeyin!